29 Mayıs 2006

GUNUN HABERI BAHAR'LA AYRILDIK

ayrintilar soole cuma gunu bahar bize kalmaya geldi sacma sapan bi nedenden dolayi kavga ettik gece daha sonra ayri yataklarda yattik sabah kalktigimizda da ayrilmis olduk..

ama isin ilginc yani sabah boole birbirimize ayrilik konusmasi yaptiktan sonra sanki gayet arkadasmis gibi kahvalti yaptik tv falan seyrettik... sakalastik geyik yaptik falan acayip lan dimi... ama gorusmeme karari aldik..

iste oole yani 9 aylik bi iliskim bitmis bulundu boylece..ama kesinlikle pisman deilim 9 ayin en azindan 6 ayi cok guzeldi...daha sonra birazcik boku cikma durumu oldu..siz de biliyosunuz..bi kac defa ayrilip baristik falan.. evet cok guzel bi tecrubeydi benim icin cok sey ogrendim bu iliskiden...ki bence en onelisi artik uzun sureli bi iliski yasadim ki oda garip biseymis..neyse bunu ayrintilarini bb kardeslerle konustuk ama denizcim bi ara seninle de konusuruz...

yaaaa yeter bundan soora neseli seyler yazmak istiyom buraya soz sinavlarim bi hafta sonra bitiyo ondan soora...sizlere komiklik sakalar yapacam...

P.S : bu arada sanirim bu gunun haberi olmuyo cunku cumartesi gunun oldu olay neyse...

26 Mayıs 2006

Kaş diyodum tam

Teknik bir aksaklıktan ötürü - yoksa bir ebleklik mi? - yarım kalan yazıma devam ediyorum.
Kaş'a geliyordum tam. Havalar ısındı, Kaş özlemi başladı. Ve fakat tez yakın, Kaş uzak:/
Eylülden sonra gidelim diycem ama siz şimdi okul başlıyo, yok kayıtlar var falan dersiniz gelmezsiniz.

Herneyse...
Hoşgeldim blogg'umuza:)

Berfu

Hava sıcak & Kaş uzak

Aaaaaa yoksa ben de mi blogger oldum olm???
Dur bakiimm bi deneyelim.
Meleba ibisler ve ibisotesiler.
Size isyerimden yazmaktayim. Dolayisiyla her an mudurotesi bir kuvvet beni durdurup yazmakta olduğum rapopra geri döndürebilir.
Şimdi Haberler:
1- Berfu'nun bugün Beyza'ya özenip yillardan sonra saçini toplaması kitleleri hayrete düşürdü. Yapılan oylamada Berfu'nun bundan sonra sacini hep toplamasina karar verildi.
2- Berfu tezini bitirmeye - ya da bitirmemeye - günden güne daha çok yaklaşıyor. We'll see.
3- Yigit İbişi Berfuya Beyzaya kahvaltıya gelmediği gibi bir de aramayı sormayı da bıraktı. BB kardeşler "böyle kuzen olmaz olsun" diye feryat ettiler.
4- Berfu dün gece rüyasında iş yerine terliklerle gittiğini gördü ve sıkıntı içinde uyandı. İlk önce "allam ayakkabı terlik, bunları görmek sıkıntıya delalettir" diye düşünse de, bir süre sonra aklına yatmadan önce Penguen'de Umut Sarıkaya'nın Seher ananın topuklarını konu ettiği yazısını okuduğu aklına geldi. Biliçaltına sızıp free association'la kendisinde sıkıntı yaratan bu Umut'a sinirlendi. Sonra aklına bu hafta çizdiği mini öykü geldi ve siniri hemen geçti. (Bkn. Cincik Mayve Suları).

24 Mayıs 2006

Ankara Özlenir mi?

27 Mart 2006'da msn alanıma yazdığım bu yazıyı burada, tekrar paylaşmak istedim. Çünkü ben yine çok özledim..:-/

Ankara neden özlenir? İstanbul gibi bir şehir dururken kim Ankara'ya dönüp gelir? İstanbul'dan bir an önce ayrılıp Ankara'ya kavuşmak kim ister?

Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda Ankara'ya gelmek ve burada yaşamak zorunda kalan milletvekillerinin yazılarını, şiirlerini görmüşsünüzdür mutlaka. Denizi olmayan bu şehirden çöl diye bahsederler. Haklılardır. Çöldür belki gerçekten de. Hele 1920li yıllarını düşünemiyorum.

Ben Ankara'yı çok özleyenlerdenim. İstanbul'dayken de, başka bir şehirdeyken de. Memleket hasreti değil, çünkü memleketim değil. Çok eğlenceli, çok dolu dolu bir yaşam veriyor, hiç sıkılmıyorum desem, yalan. Kocaman, yemyeşil parkları, müthiş bir doğası, şehir içinde çok sevgili belediye başkanımızın yaptırdığı sanat harikası havuzları, bahçeleri var desem, külliyen yalan. (En sonuncusunu dersem çok büyük günaha girerim, böyle büyük yalan söylenmez, cehenneme gidersin mazallah!). E, İstanbul'da kaldığım iki ay boyunca neden "ah bir dönsem" dediğim şehir Ankara oldu peki?

Çünkü evim burada. Kardeşim, kuzenlerim, arkadaşlarım, dostlarım burada. Yeter mi? Yetmez. Hepsini alıp İstanbul'a götürsek, tam emin değilim ama, Ankara derim yine. Tabi onları tekrar yanımda getireceğim!

Çünkü özgürlüğümün 'al tepe tepe kullan' diye ellerime bırakıldığı şehir burası. Üniversiteyi okuduğun şehir, her zaman en sevdiğin şehir olarak kalacaktır demişlerdi. Doğrudur. Çünkü, istisnalar dışında, insanın hayatının 'altın çağı' üniversite yıllarıdır. Yaşarken güzel gelmemiş olabilir. Ama eminim bir süre sonra fazlasıyla özlenir.

Aileniz sizi ne kadar özgür filan yetiştirmiş olsa da, onların yanından ayrılıp kendi ayaklarınızın - gerekirse de başınızın - üzerinde durmaya başladığınız da farklı bir özgürlük tadı alıyorsunuz. Önce bir sapıtma dönemi yaşamak gerekiyor illa ki. İlk iki sene sapıtarak geçiyor. Her ne kadar sonradan pişman olduğum, yıllar sonra yüzüm kızararak hatırlayacağım şeyler yapmış olsam da, aslında en çok eğlendiğim yıllar o sapıtık döneme denk gelir. Şöyle ilginç, sözsüz bir anlaşma vardır sapıtmış ama durulmuş kişiler arasında. "Sen benim o dönemlerimi unut, ben de seninkini unutayım. Hiç bahsetmeyelim, en iyisi bu". İyi bir anlaşma, her iki taraf için de karlı!

Sapıtma özgürlüğü dediğim bu dönemde her bi bok yenir. Alkolün, küfürün, manyak erkek/kız arkadaşın, uçuşların, coşuşların, tabu duvarlarının .mına konulur. Ama bu sadece görünür taraf. Bu zamanlar sanki içimden biri çıkmış da, uzaktan beni seyredip not alıyormuş gibi gelirdi. O zamana kadar hiç yaşamadığım bir çok durumun içinde buldum kendimi. Öyle birşey ki, istediğiniz kadar okuyun öğrenin, sadece uygulaması olan bir ders bu. O durumlarda bulunmadıkça, o olaylar başınıza gelmedikçe, kendi tavrınızın/tepkinizin nasıl olacağını önceden kestirmenin imkanı yok!
Yani diyorum ki, sapıtma dönemi, insanın kendisi hakkında not aldığı dönemdir. Sonra da bu notları hayatınız boyunca kullanırsınız.

Belki lisede veya daha öncesinde/sonrasında sapıtmış-durulmuş olanlar vardır. Ama ben, birkaç arkadaşımla birlikte, bu zamanları üniversite yıllarının ilk iki senesinde yaşadım. Ankara'da yaşadım. O meşhur notlarımın geçtiği mekanlar hep Ankara'ya aittir. Beytepe'dir, Limon'dur, Gölge'dir, Konur'dur, Sakarya'dır...Bir olay/durum, tek başına bir şey ifade etmez. Müzikten, kokuya, havanın sıcaklığına kadar her şeyi hatırlamanız gerekir o anı hatırlayabilmeniz için. Ve en önemlisi de o mekanı, o şehri hatırlamalısınız.

Belki biraz yaşlanmış gibi konuştum. Yaşlanmışımdır belki, kimin yaşı gerçek yaşı ki? Ama onunla ilgili değil, gerçekten. Henüz geçen sene mezun oldum. İş arayacağım, kendimi daha hiç tanımadığım bir sürü yerde bulunacağım, yine notlar alacağım. Daha işim bitmedi, bitmesin de. Ama, bu süreç Ankara'da yaşadığımdan farklı olacak.

Evet, ben 'kendim' deyince en çok Ankara şehrini hatırlıyorum. Sapıtmış, yaralanmış, ayağa kalkmış, vurmuş, durulmuş; sonunda az çok kendini bulmuş 'kendim'. İşte ben Ankara'yı, ne olursa olsun, bu yüzden özlerim.

23 Mayıs 2006

Mor Paket lastigi-bezis

Sahne I:
Kalem kırıldı.
Juliet yine sahnede
en ince ayakkabısını giymiş
yanında duran zehrin farkında degil.
(Zehir ve Juliet)

**Mor bir paket lastiginin sizin icin onemi nedir?**

Sahne II:
(Juliet ve mor paket lastigi)
Juliet yine sahnede
en ince ayakkabısını giymis.
zor yuruyor, dusunceli...
elinde bir paket lastigi tutuyor.
Mor... olumun rengi....

Kapanıs:
(Mor paket lastigi ve zehir)
Juliet...
Yerde.
Zehir icilmemis. Lastik kopuk.
Yasam kopuk.
Nedir zehri zehir yapan?
İcindeki kimyasal mı?

Nedir lastigi koparan...?
kırılma noktası insanın ne zaman gelir?

sınavlar var ben wireless buldum

evet su anda evde laptop elimde dolnmalarım sonucu wireless buldum.. siz adsl<2e para odeyin daha. bir suru is yerinin olması super ya valla. ancak paso kopuyorum o da ayrı konu tabi...
neyse uykusuzluk cekiyirum, pek bir az uyudum dun gece.
surekli uyandım ve kotu kotu bir gece geçirdim.
su anda salon masasında yanımda notlar ve kahvemle bas basayım.
evet yigit gibi tek basıma kalmyorum ama olsun berfu saat 19da eve geliyor en erken..
Ayrica bz Yigit gibi gormemis de degiliz sayin pek muhterem bloggerlılar! Öyle evimizde 2 tv. 2 bilg. fala yok..
3 laptop, 4 tv. var bizde:) görduk biz cook onceden..

deniz kızı da iyice reklam isine kaptırmıs kendini gidiyor. "Bi site buldum blogger.com diye bizim sitemiz" olacak dedi. Siteyi reklam ajansına cevirmis. Oraya tıklayın bu reklam suraya tıklayın bu:) Deniz kuzi ben acamıyorumo siteleri sinir oldum ondan laf sokuyorum.

ha..
başlık niye boyle diyeceksiniz..
sınavlarım baslıyo persembe ama ben aylagım hala.
canımda sıkkın bu ara pek de caktırmıyorum.
ertanla paso tartısıyoruz.
neyse buradan canlı yayın yapmak istemiyorum simdi.

PS:
bir de msjlasmaktan nefret ediyorum bunu anladım.
msj da gercekten kimse kimseyi anlamıyor.
ben ne diyorum ne cevapalıyorum..

Denizle berf bilirler;
sene, sene sene cook eski... Lise 1 yaz tatili alanyadayiz.
guvencle msjlasıyoruz.
hatırladınız mı len kuzular...
ayrılıyoduk orada bir virgul koymadım die..
evet msjlasmak zor is.
duygu yansıtamıyorum ben..

Beyza cektin mi niye sacmaladın bu kadar demeyin!
sacmalayasım vardı.
pek iyi geldi...

22 Mayıs 2006

Doritos reklamına askeri darbe

Hemen burayı tıklayın da, siz yazıyı okurken yüklenedursun. İzlemediyseniz kaçırmayın. Öyle böyle değil, bayılacaksınız.

Ben bu videoyu ilk kez ATV ana haber bülteninde izledim. Çok hoşuma gitti. Sonra da internetten buldum ve şimdi sizinle paylaşıyorum. Bilmem kaçıncı filodan 3 asker Cem Yılmaz'ın Doritos reklamlarını kendilerine göre bir kez daha çekmişler. Belli ki çekerken acayip eğlenmişler. Tabi, sonrasında komutanlarından ne gibi sözler duydular bilemem. Zaten bir komutanın askerine söylediği her hangi birşeyi bilmek de istemem :)Hadi, buyurun izleyin efendim.

Kelpi Kediler ve Beşeri Köpekler

Şimdi, ilk önce şu başlığı bir açıklayayım. 'Kelp' şimdiye kadar sadece babamdan ve diğer Yalvaçlılardan duyduğum, köpek demek olan kelime. Oradaki 'i' harfi ise şapkalı olacak ve 'köpek gibi' anlamını taşıyacaktı. Ama gelin görün ki o harfi bulamadım. Zaten biliyorsunuz, bizim dilimizdeki o ince ve güzel ayrıntıları 'yahu, bu harfler aynı birbirne benziyor, ne gerek var ikincisine' deyip deyip siliyorlar piyasadan. Bize de şapkalı i yerine ismin i hali kalıyor kala kala. "Kelpi kediler yedi, beşeri ise köpekler":)
Peki, 'köpek gibi kediler ve insan gibi köpekler' de nereden çıktı diyorsanız hemen anlatayım:
Yeni evimin sokağı kediler ve köpeklerle dolu. Hepsi de kendi kendine evcilleşmiş, hatta evlenmişler. Mesela üç tane kedi bizim apartmanın önünü ev edinip yerleşmişler. Yemek içmek üst kattaki komşudan. Ben olsam ben de yerleşirdim. Biliyorsunuz, Cavidan özlemi nedeniyle ben bu üç kediye her daim selam verdim, sevdim, okşadım onları. Bir hafta geçti. Bir sabah evden çıkarken bunlar her zamanki gibi purr purr diye yanıma geldiler. Geç kaldığım için biraz aceleyle sevdim bu kez. Sonra yürümeye koyuldum. Sokağın sonuna geldiğimde hala kulaklarımda bir purrlama sesidir gidiyor. Arkamı dönüp bir baktım ki, üçü de taa oraya kadar peşimden gelmiş. Az sevdim ya o gün! Yahu, ben hiç böyle kedi görmedim. Benim bildiğim okşayınca peşini bırakmayan hayvan köpektir. Ama bunlar beraber yaşaya yaşaya birbirlerine benzemişler anlaşılan. İşte köpek gibi kediler. Artık hergün beni sokağın diğer ucuna kadar işe uğurluyorlar. Alalla? :)
Köpeklere gelince, onlar çok ayrı bir alem. Şöyle ki:
Bir gece tam uyumak üzereyim, dışarıdan 'hav hav' diye bir ses geliyor. Hayır, öyle değil. Şimdi bu 'hav hav'ı böyle olduğu gibi, vurgusuz, sesiniz değiştirmeden okuyun. 'Hav hav'. Böyle. Önce tabi ki deli adamın teki gecenin üçünde pencereden çıkmış köpeklere havlıyor zannettim. Ama baktım, cevap veren ses de diğerinin aynısı. Bir tane daha 'hav hav' eklendi. Köpek yahu bunlar! Bildiğiniz insan gibi havlıyorlar birbirlerine. (İnsan gibi havlamak da ayrıca komikmiş. Kelpi beşerler:)) Valla köpekler bile böyle havladıktan sonra, bizim köpek taklidi yapmak için gıtlağımızı yırtmaya hiç gerek yok artık. Yazdığın gibi oku gitsin. Hav işte. (Duyan da her sabah on dakika köpek gibi havlamaya çalışıyorum zannedecek. Yalan olmayabilir, olabilir de).
Deyiverin gari, n'olmuş bu hayvanlara? Ben Cavidan gibi 'cool' kediler, köpek gibi havlayan köpekler istiyorum yahu!

20 Mayıs 2006

ben de geldim

koclarim bu aralar birazcana mesguldum bildiginiz gibi enisteyle ablam geldi.
baya bir gezdik tozduk tozlattik falan. ben sahsen sevdim enisteyi. biraz onyargilarim vardi bastan, ama komik yaaa, boyle iyi biri yani. cok macerali, komik bazen stresli 2 haftam gecti. yarindan sonra finallerim basliyor. neyse simdi aklima gelmiyo ama aklima geldikce olan komik seyleri anlatirim (aslinda aklima geliyo da ders calismam lazim vicdanim rahat deil yarin yazacam soz).
iste hayatimda ilk defa bi evin bi oglu olduğuma inaniyorum. bu arada evde 2 tv, 2 bilgisayar var. tek basima yasıyorum, eheheheh. ama tabe o super voltran zamanlarini okadar ozledim ki, bazen aklima gelio guluyom ya ehe... ya bu arada voltranlar; gecen fotolara bakarken hani bb (berfu-beyza) evinde ben boyle kocakari gibi kaloriferin onune yatmistim, hepimiz gulme krizine girmistik ya, o aklima geldi yine cok guldum. superdi lan... (bu arada laptopta turkce karakter yok o yuzden boole yaziyom).
dun yine oyle bi krize girdim, o zamandan beri ilk defa.
simdi umitlerin evdeyiz. erkut, ben, umit 8 tane falan icmisiz. kafalar bi milyar, salak salak konusuyoz iste... ama tipler cok komik. ben umit'n dedesinin pijamasini giydim. acayip kisa geliyo, gomlek seklinde olanlardan...erkut'un tisort gobeği acik falan acayip komik bi goruntu yani... (ehe walla karnim cok acikti soora anlatayim gerisini). neyse opuyorum sizi donecem size....

18 Mayıs 2006

kule kule ben geldim

evet sanırım sonunda üye olabildim..

yani hala sanıyorum ama emin olma asamasına gecemedim..

ödevlerim var deli gibi.. onlarla kosturuyorum..
ne ettim demeli ne etcem demeli?
bugun gezecegim sanırım..
yani odevi teslim ettikten sonra...
nargile manyaklıgına gircem..

yazacagım bol bol..

mucukos istanbul!

17 Mayıs 2006

9'undan da tiksindim oysa

Aşağıdaki yazıda Amerika'da yapılan bir araştırmaya göre tanımlanan dokuz tane insan tiplemesi var. Taa şuradan okudum. Hepsinden birden tiksindiğim ise yalan, severim ben insanları :)Tanımlar özellikle işyeri çalışanlarına uygun yapılmış gibi geldi bana. Şu anda bir işyeri koltuğunda oturmamdan da kaynaklanıyor olabilir tabi. Bir de siz bakın bakalım.

Amerika’daki, Enneagram Enstitüsü’nde yapılan çalışmalara göre insanlar, 9 farklı kişilik tipine ayrılmaktadır. Bunlar; reformcu, danışman, başarıcı, tasarımcı, araştırıcı, sorun çözücü, hevesli, meydan okuyan, uzlaşmacı kişiliklerdir. Dikkat edilmesi gereken nokta, kendiniz de dahil olmak üzere; kimin, hangi gruba dâhil olduğunu tespit ederek; iş hayatınızda karşılaştığınız yanlış anlamaları ve problemleri doğru noktalara odaklanarak çözebilmenizdir.

Gelelim bu kişilik gruplarının özelliklerine ve çalışma tarzlarını anlamak, onlarla iletişim kurarken dikkat etmeniz gerekenlere...

Reformcu kişilik (Rasyonel & İdealist)
Bu kişiler düzenli, akılcı, mükemmeliyetçi, dürüst, detaycı ve kontrollü olmalarıyla dikkat çekerler. Amaçları ve prensipleri bellidir. Başkalarına doğru şeyleri yapmaları, kendilerini geliştirmeleri ve etkili çalışmaları için koçluk yapabilirler. Karar vermek konusunda tedbirlilerdir. Kendilerini ve başkalarını çok fazla eleştirirler. Sürekli moral bozucu eleştiriler yapmaları ve detaylara takılmaları sinir bozucu boyutlara ulaşabilir.

Bu kişilerle iyi geçinmek için…

*Fikirlerine değer verdiğinizi hissettirin.
*Onlara adil ve saygılı davranın.
*Düşüncesizce davrandıysanız sizi affetmesi için zaman geçmesini beklemeyin, özür dileyin.
*Gergin olduklarında endişelerini anlamaya çalışın ve onları rahatlatın ve cesaretlendirin.
*Sorumsuzluk yapmayın.


Danışman kişilik (Şefkatli & Cömert)
Bu kişiler açıklayıcı, insanları seven, tahakküm edici, ılımlı, hassas, yardımsever, takdirkâr ve diğer insanların ihtiyaçlarına duyarlı kişilerdir. Diğer insanların yeteneklerine değer verirler. Takım çalışmalarında insanların birbiriyle iletişim kurmasında etkili rol oynarlar. “Hayır” diyemezler. İnsan haklarına önem vermeyen iş ortamlarından ve kurallardan hoşlanmazlar. Diğer insanlarla ilgilenmeyi abartıp vakit kaybedebilirler.

Bu kişilerle iyi geçinmek için…

*Onlara değer verdiğinizi hissettirin.
*Spesifik olun.
*Onlara sizin için önemli ve özel olduklarını hissettirin.
*Eleştirilerinizi nazikçe yapın.
*Takım çalışmalarında iletişim konusundaki yeteneklerini değerlendirin.


Başarıcı kişilik (Etkin & Hırslı)
Bu kişiler esnek, kendini geliştirebilen, enerjik, odaklanabilen, pragmatik, çekici ve etkileyici insanlardır. İnsanların beklentilerini karşılayabilecek nitelikte iş yaparlar. Başarı, statü ve prestij onlar için önemlidir. Başkalarına ilham veren ve model alınabilecek insanlardır. İşkolik olabilirler ve statü kazanmak için aşırı hırs yapabilirler.

Bu kişilerle iyi geçinmek için…

*İşlerini yaparken onları rahatsız etmeyin.
*Yaptıklarıyla ilgili geribildirim verirken gereksiz yargılama ve eleştiri yapmayın.
*Çevrelerinde olmaktan hoşlandığınızı hissettirin.
*Onların başarılarıyla ve kendileriyle gurur duyduğunuzu söyleyin.
*Birlikte çalıştığınız projenin ne durumda olduğuyla ilgili onları bilgilendirin.


Tasarımcı kişilik (Bireysel & Duyarlı)
Bu kişiler kendi düşünce ve duygularını inceleyen, sanatsal, ifade gücü yüksek, dramatik, içine kapalı ve çabuk öfkelenen kişilerdir. Kendi stillerini yansıtan işler ve ürünler yapmayı severler. Çalışma ortamlarına derinlik ve stil katarlar. İş yaparken kararsızdırlar ve ruhsal durumlarına göre hareket ederler. Yaratıcı olmayan işlerde çalışmaktan ve eleştirilmekten hoşlanmazlar.

Bu kişilerle iyi geçinmek için…

*Onları övücü sözler söyleyin ve kendilerince anlamlar katabilecekleri işlerde çalıştırın.
*Onları destekleyin ve kendilerine değer vermelerini sağlayın.
*Yaratıcılıklarını ve mizah yeteneklerini kullanmalarını sağlayın.
*Onları anlamadıklarını söylemeyin ve acımasız eleştiriler yapmayın.
*Onlara yokmuş gibi davranmayın.


Araştırıcı (Ketum & Entelektüel)
Bu kişiler anlayışlı, yenilikçi, sır saklayan, yalıtılmış, kendi başlarına olmaktan hoşlanan, kışkırtıcı, meraklı ve eksantrik tiplerdir. Kriz zamanlarında soğukkanlıdırlar. Her zaman öğrenmeye isteklidirler, araştırmaktan ve denemekten yorulmazlar. Özellikle teknik konularda meraklarını tatmin edip detayları iyice öğrenene kadar araştırma yaparlar. Projelerde bitiş zamanlarına ve kişilerle olan ilişkilere değil detaylara ve derinliğe önem verirler.

Bu kişilerle iyi geçinmek için…

*Sözlerinizi dolandırmadan, kısaca söyleyin.
*Onları meşgul etmeyin.
*Kalabalık ve gürültülü –kendi özel alanlarında fazla insan olan- ortamlarda zorla bulundurmayın.
*Onlara aşırı samimi davranmayın ve kişisel alanlarına girmeyin.
*Duygularını ve düşüncelerini tartmaları için onlara zaman verin.

Sorun çözücü kişilik (Korunaklı & Üstlenici)
Bu kişiler sorumluluk sahibi, meşgul, bağlı, sempatik, şüpheci, endişeli, çalışkan ve güvenilirdirler. İşlerin halledilmesine katkısı olan anlaşmalar ve işbirlikleri yaparlar. İnsanların potansiyellerini ve motivasyonlarını değerlendirir, iş ortamındaki problemli noktaları düzeltmeye odaklanırlar. Risk almayı sevmezler, fikir birliğine varmayı ve her şeyin belirli olduğu ortamlarda çalışmak isterler.

Bu kişilerle iyi geçinmek için…

*Endişeli olduğu zamanlarda onu yargılamayın.
*Aranızda her şeyin yolunda gittiği konusunda ona güven verin.
*Doğrudan ve net ifadeler kullanın.
*Onu dikkatli dinleyin.
*Onu baskılamayın.


Hevesli kişilik (Meşgul & Eğlenceyi Seven)
Bu kişiler içlerinden geldiği gibi hareket eden, çeşitli yetenekleri olan, atılgan, dağınık, çekici, karizmatik ve iyimser insanlardır. İlgiden çok hoşlanır, sıkıcılıktan nefret ederler. Birçok alanla ilgilenen, birçok konuda bilgi sahibi kişilerdir. Değişim, çeşitlilik ve yenilik onları çeker. Konuşkan ve espritüel kişilerdir. Fikirleri diğer insanlar tarafından desteklenir. Trendleri takip ederler. Farklı seçenekler ve imkânlar bulabilirler. Değerli amaçları gerçekleştirebilen, üretken kişilerdir. Gereğinden fazla konuşabilirler. Konudan konuya atladıkları için yarım kalmış birçok projeleri olabilir.

Bu kişilerle iyi geçinmek için…

*Onların tarzını değiştirmeye çalışmayın, onları olduğu gibi kabul edin.
*Onlara ne yapacaklarını söylemeyin.
*Yapışkan ve başkalarına ihtiyaç duyan bir imaj çizmeyin.
*Hikâyelerini dinleyin ve geniş görüşlerini değerlendirin.
*Anlattıklarına tepki verin.


Meydan Okuyan (Lider & Kararlı)
Bu kişiler kendilerine güvenen, güçlü, komuta eden ve çatışmacı kişilerdir. Ne istediklerini bilirler ve bunu başarmak için ellerinden gelen her şeyi yapar, her yola başvururlar. Başkalarının cesaret edemeyeceği kararlar verirler ve zor işleri, başarılması gereken işler olarak görürler. Güçlerini başkalarının yararlarına kullanan, cömert, âlicenap kişilerdir. Bazen zorbalık yapabilir, şirket içinde ve dışında insanları kendilerine düşman edebilirler.

Bu kişilerle iyi geçinmek için…

*Kendi ayaklarınız üstünde durduğunuzu gösterin.
*Hakkında dedikodu yapmayın ve güvenini sarsmayın.
*Yardımlarını takdir edin ama yağcılık yapmayın.
*“Asarım, keserim” tarzı konuşmalarını kişisel almayın.
*Ne yapabileceklerini / yapamayacaklarını söylemeyin.


Uzlaşmacı (Rahat & Kendini Göstermeyen)
Bu kişiler insanlara açık, güven tazeleyen, kabul edilebilir, gönlü rahat ve uyumlu kişilerdir. Ekiplerindeki kişilere karşı pozitif tavır sergiledikleri için gerginlik yaratmazlar. Başkalarını destekler, çalıştıkları kişileri ezip öne çıkmaya çalışmazlar. Grup içinde bölünmelere sebep olmazlar, çatışma yaratmazlar. Ekip çalışmalarına pozitif etkileri olsa da hiçbir şeye ses çıkarmamaları ve tepkisizlikleri çileden çıkarabilir.

Bu kişilerle iyi geçinmek için…

*Beklentili ve baskıcı davranmayın.
*Onlara karar vermeleri ve işlerini toparlamaları için vakit verin.
*Sakin konuşun, çatışmaya ve ağız dalaşı yapmaya kalkmayın.
*Yavaş konuşun, onları lafa tutmayın.


Bilimsel geçerlilik taşıyan araştırma sonucunda oluşturulan kişilik modellerini; kişilik farklılıklardan kaynaklanan çatışmaları, yanlış anlamaları çözmek ve kişilik farklılıklarını fırsata dönüştürmek için kullanmanızı öneririz.

16 Mayıs 2006

Dişinde yeşil bi'şey var



Bir diş ipi reklamı. Uzaktan bakanlara çok iyi bir iş ama şu öndeki bisikletli adam için pek birşey ifade etmiyor olsa gerek.

Sen onu bırak da..: Bana böyle mailler geliyor bazen reklam gruplarından. Her türlü mecradan işler oluyor, onlara bakıyorum normal normal. Ama iş açıkhava ilanlarına gelince beni bir gülmek tutuyor. Çünkü bu açıkhava ilanlarının fotoğrafı çekilirken, işin boyutlarını vesairesini göstermek için ilanın önünde duran veya oradan geçen biri mutlaka oluyor. Bu insanlar biliyorlar mı ki o şaşkın pozlarıyla dünyanın öbür köşesindeki bir bilgisayarın içine kaydolabiliyorlar? Bunu düşünmeye başladığım zamandan beri acayip görünümlü, fotoğrafı çekilip forward edilesi açıkhava ilanlarının önünden etrafıma bakınarak geçiyorum :)

15 Mayıs 2006

İstanbul labirenti


Yukarıda gördüğünüz illüstrasyonu internetten buldum, buradan almışımdır herhalde. İstanbul'u gördünüz değil mi? Şu son bir haftada Kadıköy sokaklarında kaç kere kaybolduğuma bakılırsa, 10 gündür masaüstümde durmasını da normal karşılarsınız heralde:)
Ben ki, yön duygusu kuvvetliler familyasından bir insan olarak neden evin yolunu bir türlü bulamadığıma şaşıyordum. Ama geçen gün Moda'ya yürüken dört senedir bu semtte yaşayan ve gezmeyi pek seven Mehlika da yolları karıştırınca durum açığa çıktı. Buradaki sokaklar birbirine benziyor! Ayrıca, 'bu sokak kesin bir üstteki caddeye çıkar' gibi düşünce balonları oluşturmak büyük gaflet. Sonra sabah sabah vapur iskelesini ararken bir tepeden denizi çook uzaklardan seyredebiliyorsunuz :)

Haftanın ilk gününde haftasonu değerlendirmesi

Bu uzun haftasonunu değerlendireyim, bakalım nasıl birşey çıkacak?

Cuma: Cuma akşamından pek bahsetmek istemiyorum, çünkü kötü geçti. Tek iyi yanı reklam yazarlığı eğitiminden en sevdiğim arkadaşlarımdan biriyle buluşmam oldu. O kadar. Bunu dışında çıkardığım dersler var tabi ki:
1 - Bir daha Nişantaşına gitmeyeceğim galiba. Bu kadar.
2 - Reklamcıların pek bahsettikleri, takıldıkları Touch Down dedikleri mekana reklamcı neyim de olsam bir daha gitmeyeceğim belli ki, veya severek gitmeyeceğim.
3 - Artık Ankara'dan alıştığım gibi İstanbul'un mekanlarında (en azından Nişantaşı denen o melun yerde) kulağımı uzatıp uzatıp iyi rock müzik aramayacağım. Azıcık kulağıma çalınır gibi olursa da gerisinin gelmeyeceğini bileceğim. (Ama ertesi gün değişecek bu düşüncem. Az aşağıdaa..!)

Cumartesi: Öğlen 12'de Mehlikayla buluştuk ve Moda'daki o muhteşem çay bahçelerinin birinde, manzarayla birlikte kahvaltı ettik. Akşama kadar Kadıköy'de gezdik tozduk. Kadife Sokak'ta çok güzel bir mekanın bahçesinde çay içtik. Akşam da Crimson denen, bir önceki geceden paslanıp tıkanmış kulaklarıma ziyafet bir müzikle birer bira içtik ve 9 gibi eve döndük. Artık İstanbul'a gelirseniz gideceğimiz yeri biliyorsunuz :)
Berna'ya not: Kanka, kim çalıyormuş haftasonları orada bil bakalım? Tahmin ettin sen, ettin..:P (Etmedin mi? Raindog olm, yine Yusuf, yine Yusuf! Allala?)

Pazar: Pazar günü Mehlika'yı evime götürdüm. Pek güzel bir 5 çayı yaptık balkonda. Her ne kadar odamı otel odasına benzetse de, o da çok beğendi evimi.
Ve böylece Cuma akşamının kötü izleri belleğimden ve kulağımdan silinmiş oldu, ne güzel!

Yahu, bu Kadıköy denen yer muhteşem bir yer! Deniz kokusu eşliğinde bol ağaçlı ve arnavut kaldırımlı sokaklarda yürürken yazlık bir yerdeymişsin hissi veriyor insana. Şu bahar günlerinde gelin İstanbul'a ey ahali!

12 Mayıs 2006

Sevgi tomurcukları ve tostçu!

Hayır hayır, buraya oradan buradan 'günün komik fıkrası' gibi şeyleri kopi-pest etmek düşüncesinde değilim elbette. Ama itiraf.com 'da yayınlanmış bu iki itirafı okuyunca o kadar çok güldüm ki, sizinle paylaşmamak ayıp olurdu. KArşımda müdürüm, boş boş durup itiraf.com'da falan gezindiğimi farkettirmemem gerekiyor. Ama bunları okuyunca tutamadım kendimi, dudaklarımı sıkıp gülmeye başladım. İh İh İh diye bir ses çıktı, sonra da o sese güldüm :)

fital; Cinsiyet: Erkek; Yaş: 23; İl: Ankara
2002 yılı baharında Mekteb-i Mülkiye´de Türk Dili sınavında sorulan soru, Murathan Mungan´ın kitaplarından birinin adıydı. Cevap olarak ´Yüksek Topuklar´ yanıtını veren arkadaştan kopya isteyen bir başka arkadaş, bunu ´yükselen topuklar´ olarak yazdı. Ondan kopya çeken arkadaş ´yükselen tomurcuklar´ olarak revize etti, halkanın son zinciri de ´sevgi tomurcukları´ olarak yazıp hocaya teslim etti kağıdı. Hocam, bu zinciri fark etmediyseniz, şimdi tam zamanı.

gagak; Cinsiyet: Kadın; Yaş: 37; İl: İstanbul
fital'in anlattığı geçen gün benim de başıma geldi. Bir lisede İngilizce öğretmeniyim. Yaptığım sınavda “fairly” kelimesinin Türkçe anlamını sordum. Dürüstçe ya da dostça cevabını kabul edecektim. Bir sıranın en başındaki öğrencinin kağıdında dostça yazıyor. Ama onun arkasından itibaren dostçu, dostçuk vb. En son 3 sırada ise tostçu yazıyor.

Konuşan Bonus aleti ve diğerleri


Az önce Proximity reklam ajansının hazırladığı bir reklam ürünüyle ilgili bir mail okudum. Bu bir doğrudan pazarlama ürünü. Yani direk postayla kullanıcılara gidiyor. Konuşan oyuncaklara benziyor. Bu sene Kristal Elma'ya da katıldıkları için bizzat gördüm kendisini. Üstte de görülüyor. Uzun süredir Bonus kartını kullanmayan hain müşterilere göndermişler sadece (ben de niye bana gelmedi diyordum :)). Mail şağıda. Yandaki linklerden elmaaltshif'ten de okuyabilirsiniz haberi.

Konuşan kart

Proximity İstanbul geçtiğimiz aylarda Bonus Card için bir 'Aktivasyon Kampanyası' yapmış. Amaç, uzun zamandır Bonus Card'larını kullanmayan insanların kalplerini kazanarak, tekrar kullanmalarını sağlamak. Brief ise oldukça zorlayıcı: 'Hediye göndermek istemiyoruz, şimdiye kadar hiç yapılmamış olsun!'. Bunun üzerine ajans -bulunmamış olanı bulmak için- düşünmeye başlamış. Ve ortaya gerçekten de çok ilginç bir fikir çıkmış. İnsanlara özel bir kutu gönderilmiş ve Bonus Card'larını bu kutuya takmaları istenmiş. Kart, takılır takılmaz kendi ağzından konuşmaya başlamış:
- Merhaba, ben senin Bonus Card'ınım! Seninle konuşmak istediğim şeyler var. Son zamanlarda beni çok ihmal ediyorsun, ne bir çiçek alıyorsun ne de yemeğe götürüyorsun, tatile bile çıkmıyoruz...
Sonuç ise en az fikir kadar şaşırtıcı. Sadece bir ay içinde %43 geri gönüş ve %7 ciro artışı! Bu, 'Kredi Kartı Aktivasyon Kampanyası' için mükemmel bir sonuç.
Tabii, her güzel şeyin bir de ödülü olmalı. Proximity İstanbul bu iş ile dünyaki tüm Proximity Network'leri arasında yapılan yarışmada B2C dalında 'Golden Award'u evine götürmüş. Üstelik, tam bu ödülü kutlarken yeni bir ödül daha gelmiş. Yine dünya çapında tüm BBDO Group ajanslarının katıldığı 'Best-of-the-Best' yarışmasında, kendi dalında 2005 yılının en yaratıcı işi seçilmiş.


Eh, bence baya sağlam bir başarı edinmişler. Bakalım Kristal Elmayı kapacaklar mı?

Bu arada, Opet'in Gitt var ya, onun da oyuncağını gördüm. Aman pek tatlı bişey. Ama 'git' diyorsun gitmiyor, 'efendim, buyrun?' diyor :) (Gerçekten böyle yapsalarmış dadından yenmezmiş vallahi).

Hazır doğrudan pazarlama ürünleri demişken, gördüğüm birşeyi daha anlatayım. Hangi marka bilmiyorum, bir otomobil için yapılmış. Böyle telsiz gibi birşey. Benim gördüğümde üzerinde kod numaraları yazan fotoğraflardan (araba parçası fotoları) oluşan bir karton vardı. Bu aleti açıyorsunuz ve o numaralardan birini tuşluyorsunuz. Birden konuşmaya başlıyor. Diyelim ki, kod numarasını girdiğiniz fotoğraf koltuk. Başlıyor (ne dediğini hatırlamadığımdan atıyorum, komik birşeyler):

"Koltuk. Genelde rahatlamak için kullanılır. Otomobillerde ise ön ve arka koltuklar vardır. Ön koltuklar şoför ve yanında kim oturacaksa onun için ayrılmıştır. Arka koltuklar ise birçok farklı amaç için kullanılabilir. ...'nın koltukları şöyledir, böyledir..."

Böyle bir sürü kod numarası var. Farları, dikiz aynasını, torpidoyu falan o kadar komik anlatmış ki, güldüm kendi kendime deli gibi:)
Neyse, bu kadar şimdilik. Öperim gül yanaklardan olmayan ev ahalisi (Berfu, BEyza, gelin artık. Yiğit sen de birşeyler yaz, adamı deli etme yapraam!)

11 Mayıs 2006

1996 model Converse basın ilanı

Aşağıda metnini yazdığım ilan 1996 yılında Kristal Elma'da ödül almış. Çoğunluğu yazıdan oluşuyor, tam ortada da bir All Star güneş gibi duruyor:) Aslında çok güzel bir görseli var. Kristal Elma arşivinden güzel yollarla edindim. Ama ilan toplam 12 MB olduğu ve ben bir türlü küçültemediğim için burada size gösteremiyorum malesef. Deyin bana ey ahalim, bir resim dosyasının boyutları nasıl küçültülür, deyiverin kardeşinize gari!
20li yaşlarında bir reklam yazarı, Converse reklamı yazıyor, Kristal Elma yiyiyor, vay be! Bu arada, yazım hatalarını düzeltmedim. Biliyorsunuz, bizim yazım kurallarımız her yıl değişir, modaya uyar. 10 yıl öncesine göre okuyunuz.
Straycats kim yahu? Bilen var mı? Berfu böreği, sen biliyosundur kesin :P


“Rock’n Roll dostum, sadece Rock’n Roll. İnsanı ancak bu sakinleştirebilir. Daha 20’lerinde bir reklam yazarıysan ve gecenin şu vakti, hayat seni bağıra bağıra dışarı çağırırken, sen oturup Converse üzerine insanlara bir şeyler anlatmak zorundaysan…Şimdi ‘Reklam yazarı mı?’ diye anlamsız bir soru sorma. Sen bu yazıyı okuduğuna göre birisi de yazıyor olmalı. İşte o benim; kafası karışık ve de gümbür gümbür Rock’n Roll dinleyen adam. Hem de hiç sulandırılmamışından, saf Rock’n Roll. Düşün, sevgilin ve sen, üstü açık, stadyumdan biraz ufak, kırmızı renkli bir Mustang’la yol alıyorsunuz. (acaba kız mısın erkek mi? Boşveer, ne farkeder ki?) Ilık bir yaz rüzgarı saçınızın içinden geçip gidiyor ve motordan hayatında duyduğun en güzel ses geliyor: bum bum bum bum! Bir yazlık sinemada, bir parkın kuytu köşesinde ilk öpücük vee kalbin bum bum bum! İşte gerçek Rock’n Roll bu! Bu arada dün elime yukarda gördüğünüz Converse’in tarihçesini tutuşturdu biri, okuyorum, bak şu işte, 79 yıl önce 12 adam kafa kafaya verip “Şöyle rahat bir basketbol ayakkabısı yapsak” diyorlar. “yahu basketbol oynamak için bu giyilir mi?” Aynen böyle düşünüyorsun di mi? Sana kalsa şu en son çıkan, yorgan kılıklı ucubelerden geçirirsin ayağına. Sonra basketbol oynayacağına doğru sinemaya. Şu hale bak, ayağında puf böreği kılıfına girmiş bir çift basketbol ayakkabısıyla sinemaya. Yok arkadaşım, sen adam olmayacaksın. Sen en iyisi teybe sıkı bir Straycats kasedi koy, bir de ayağına, krallar gibi, bir çift All Star geçir. Belki biraz açılırsın. (Siz bu ilanı okurken geçen sürede yaklaşık 80 Converse All Star daha satıldı. 1937’den bu güne kadar satılan All Star’ların toplamı 500 milyonu geçiyor).”

10 Mayıs 2006

Deniz bildiriyor: Gazlı diyar, İstanbul.

Burada, iş yerinde, kolilerce kola ve türevleri var. Son kullanma tarihleri Haziran ayında. Hala kola içmiyorum. Ama inanmayacaksınız her gün bir kutu Fanta götürüyorum! Beleşçi olduğumdan mı içmemişim acaba şimdiye kadar, yoksa param olmadığından mı? :) Başka bir seçenek de "yazık olmasın o kadar Fanta'ya" da olabilir pekala!
Kola hakkında ilginç gözlemlerim var, sizinle de paylaşayım. Eskiden bu kadar kola içmez bir insan değildim. Olunca içerdim. Sonra farkettim ki ben kola sevmiyorum. Aroması hoşuma gitmiyor. E, ben de içmemeye karar verdim. Her şey bundan sonra başladı. Bir ara yanında kaldığım 86 yaşındaki teyze dahil herkes ama herkes kola manyağı olmuş. Her gittiğim yerde içmemek için çok büyük çaba sarfetmem gerekti.
"Ben kola içmem" deyince insanlar suratıma sanki "giyinmekten hoşlanmıyorum, çıplak gezerim" demişim gibi şaşkınlıkla bakıyorlar. Tabi, işin içinde fiziksel alışkanlık yarattığı gerçeği de var. Ama nasıl olmuş da kola, A'dan D'ye her türlü tüketici grubunun (bakınız, nasıl da reklamcı olmuşum di mi? ehe)temel gereksinimi haline gelmiş?
Şöyle bir ay kadar deneyin. "Ben kola içmem" deyin. Ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Bir de anektot aktarayım efendim bu konuda:
Teyzeyle birlikte ilk akşam yemeğimiz.

Teyze: -"Kızım kendine kola koymayı unutmuşsun, bir tek benim bardağıma koymuşsun"
Ben: -"Yok teyze, ben içmiyorum kola"
Teyze(şaşırmış): -"Aa, neden?"
Ben: -"Sevmiyorum"
Teyze(diyecek birşey bulamayan bir şakınlıkla): - "Neden ki?"
Ben(konuyu kapatmak istercesine): -"Eee...Gazlı ve çok şekerli. Ben sevmem öyle"
Teyze sessiz. Belli ki bir çözüm düşünüyor.

Ertesi gün
Teyze: -"Kızım, sen dün sevmem dedin ya kolaya. BEn de kapıcıya light aldırdım senin için. Hadi, getir buzdolabından, içelim"

Haksız değilmişim değil mi?

Yeni bir ev!

Sevgili voltranımın geri kalan parçaları! Siz henüz gelmediğiniz için ben yazmaya devam ediyorum. Havadisler sağlam. Bugün güzel bir gün!
Çünkü İstanbul'daki göçebe hayatımdan sonunda kurtuluyorum. Bildiğiniz gibi en az bir ay daha burada kalacağım için artık kalacak sabit bir yer bulmam gerekiyordu. Uzun çabalardan sonra Kadıköy Bahariye'de bir ev buldum. Yanında kalacağım kız sağlam birine benziyor, kirası iyi, depozito, aidat falan istemiyor. İstediğim zaman çıkabileceğim. Kalacağım odada yatak, masa vs. var. Bir de balkonu var, arkadaki yemyeşil ağaçlara bakıyor. Tertemiz, pek güzel bir ev işte. Yaşamak için gerekli bütün eşyalar da var. (Kiranın uygun olmasının nedeni tanıdıktan kiralamasıymış, yoksa böyle bir ev çok daha pahalı olurdu eminim). Ballar aktı ağzımdan :P
İkinci olarak dün akşam itibariyle bavulumu, ve bütün eşyalarımı, teyzenin evinden kurtarmış bulunuyorum! Bu akraba teyzede toplasan 10 gün kalmışımdır. Haftasonları o evde olmadığı için ben de dışarıda kalmak zorundaydım. (Ya, şu komik olayı anlatayım bi' daha, ehe). Ve bir cuma günü, pazartesiye dönmek üzere, diş fırçam ve bir tişörtle ayrıldım evden. Pazar günü bir telefon:
-"Kızım, ben çok hasta oldum, evde değilim. Ne zaman döneceğim de belli değil. Sen, ben gelinceye kadar arkadaşında kalıver".
Aman Tanrıııım! diye haykırdım o an. Bahsettiğim olay yaklaşık 10 gün önce oldu. Bu arada Kristal Elma'nın son başvuru tarihi o ara olduğu için işten ancak 9-10 gibi çıkıyordum. Bir de ablamla erkek arkadaşı Amerika'dan geldiler, çıkışta onların yanına gidiyorum (Bana beş kuruş harcatmadılar burada, öpüyorum ikisini de). Neyse, ben hala aynı tişörtle geziyorum. Üstümdeki kirleniyor, diğerini giyiyorum. O da kirleniyor önceden kirlenmiş olanını giyiyorum. Çoraplar çoktan koktu :P Tek temiz kalan yerim olan dişlerimle (canım diş fırçam, iyi ki unutturmuyorsun kendini) başıma gelene gülüp duruyorum. Komik ama yahu! Neyse sonunda bu perşembe Berfu'nun süper (ama doktor, sürekli nöbette yazık) arkadaşı Onur'un evinden ayrılıp, benim süper arkadaşım Mehlika'nın yanına gittim de bana temiz birşeyler verdi, kıyafetlerimi makineye attı. Oh! Teşekkürler Mehlika, bunları unutmayacağım. İleride zengin bir reklamcı olduğumda her akşam seni yemeye çıkaracağım, ehe. (Tabi evlerinde kaldığım Billur ve Onur için de geçerli bu).
Dün teyzeden eşyaları almam da komikti. Teyzenin sonunda taburcu olduğunu ve evine gittiğini öğrendim. Ben günlerdir bu şeylerden 'eşyalarım, böhö' diye bahsederken, meğer onların fiziksel varlıklarını unutmuşum. Ağır oldukları, bir kısmının poşetlerde durduğu, poşetlerin yırtıldığı, vs. tamamen aklımdan çıkmış. Valla, bir daha gelip alamam korkusuyla sığdırdım hepsini bir şekilde. Ama şimdi çıkar bir daha sok deseniz dışarıda kalanlar küçük bir tepe oluşturur herhalde. Mesela; mor montumun içine yorgan kılıfımı rulo yaparak koydum ve bunları büyük sırt çantamın tepesindeki uyku tulumu konan yere soktum. Elimde de üç tane dolu dolu ama her an yırtılacakmış gibi duran poşet. Öyle söyleyeyim. Mecidiyeköy'den Göztepe'ye kadar bir kamyon edasıyla gittim anlayacağınız. Ama sonunda bendeler işte!
Yani...Bugün güzel bir gün. Çünkü artık 'nerede kalacağım' derdinden boşanmış olan kafam, buradaki asıl işi olan 'Kristal Elma stajından müstakbel bir reklam yazarı olarak daha nasıl faydalanabilirim' sorusuna sonunda geri döndü.
Evinizi sevin arkadaşlar, odanızla konuşun, ilgilenen onlarla. Evi olmak çok güzel birşeymiş. Ankara'ya dönünce ilk işim odamı okşamak olacak :P

9 Mayıs 2006

Yine, yeni, yeniden ben!



Meleba sevgili ev ahalisi! Giderek daha çok şey öğreniyorum bloglar hakkında. Bakınız soldaki resmi bizzat ben ekledim az önce. Aynı bizim sokak!

Üçünüze de davet yolladım az önce, Caviş zaten bizat burada. Gabul edin çabuk, nankör olmayın :)

Eski Günlerdeki gibi...

İlk yazıyı yazmak bana düştü. Ama blog siteleri hakkında öğrenmem gereken birkaç şeycik daha var. Hele bu "ilk post" denen yazı bitsin, ev ahalimizin diğer elemanlarını bir çağırayım (çağırmayı, üye yapmayı öğreneyim). Sonra küçücükken yaptığımız gazetelerin online türünü yıllar sonra burada yapmaya devam edeceğiz. Eski günlerdeki gibi, ehe ehe ehe...