30 Haziran 2007

Hankısı tuvalet kağıdı?

Geçen haftalardan birinde başıma gelmiş bir olayı anlatmak istiyorum. Gerçi, ancak yaşayan için komik gelen; anlatılan içinse, anlatanın abuk subuk şeylere şaşırıp gülen gereksiz bir kişilik olduğunu düşündürecek cinsten bir olay olabilir. Yine de anlatayım ben:

Günlerden bir gün, iş çıkışında markete gideyim dedim. Ama bu kez değişiklik olsun diye evin biraz daha yukarısında bulunan Migros'a gittim. Bu kararımda, evimizin dibindeki Kiler isimli marketin alkol ihtiva eden içecekler satmıyor oluşu, artı Migros'un bir takım güzel şaraplarda kampanyasının olmasının büyük etkisi vardır açıkça.

Her zamanki gibi marketten içeri adımımı atar atmaz 'ne alacaktım' diye düşünmeye başladım. Bir yandan arka tarafa doğru, sanki ne alacağını kesin olarak bilen ve bunlar dışında tek bir çöp bile almayacak olan kararlı bir müşteri gibi ciddi ciddi yürüyor; diğer yandan kafamın içerisinde "peynir mi alacaktım bulaşık deterjanı mı" gibi soruların dönmesine mani olamıyordum.

Böyle böyle peçete, tuvalet kağıdı, kağıt havlu gibi, önce peynir zannettiğim beyaz şeylerin olduğu reyonlara gelmişim. Kendini nerede bulsa oradan bir şey alan, reklamcıların hayalindeki müşteriyi canlandırıyordum. Fakat tam o anda, acı bir teyze beni beyaz market rüyamdan uyandırdı.

İçerisinde tuvalet kağıtlarının ve kağıt havluların bulunduğu kocaman bir sepetin önünde duruyordu. Boyu, benim boyuma yakın, iriliği benim üç katım kadardı. Gözündeki kalın camlı, plastikimsi çerçeveli gözlükler; sırtındaki koyu renkli basma entari ile sevimli bir taşralı teyze olabilirdi. Lakin o melun bakışları buna engel oluyordu. Benim, hangi reyonda bulunduğumu idrak ettiğim ve saç jölelerine doğru hamlede bulunacağım sırada o hala, o büyük sepetin önünde durmuş, hiç kımıldamadan bana bakıyordu. Yakınımdaki, dik dik bana bakan karaltıyı görünce, atalarımızdan kalma bir içgüdüyle,
karaltıdan uzaklaşıp saç jölelerine daha çabuk ulaşmak için, ikinci adımımı çok daha büyük atacaktım. O anda genizden gelen, kalın ve çatallı bir kadın sesi beni olduğum yerde dondurdu:

- Hankısı tuvalet kağıdı? dedi.

Ne eliyle, ne de gözüyle herhangi bir yeri işaret etmişti. Dimdik bana bakıyor, başka da bir şey yapmıyordu. Teyzenin uzağındaki köşeden dikkatlice sepete yaklaştım. Olay toplam 2 metrelik bir mesafe hudutlarında cereyan ediyor olmasına rağmen, kendimi kocaman bir savaş alanında hissediyordum.

Elimi paketlerden birine attım. Stratejim sevecen olmaktı. 'Teyzecim meyzecim' diye konuşacaktım. Zira deneyimlerim, her türlü teyzenin, genç kız '-cim' lerinden hoşlandıklarını doğruluyordu.

- Bak teyzecim, bunlar havlu. Bak, tek parça, uzun.
- ...
- Bunlar böyle parça parça olunca tuvalet kağıdı oluyor. Tut, elinle kontrol et, hemen anlarsın. (Gereksizlikler)

Hala dik dik bana bakıyor. Bir kere gözünü çevir de şu paketlere bak bari kadın! O kadar gösteriyoruz. Bende strateji filan kalmamış, silahlar yere inmiş zaten. O kafa yarıcı gözlüğü üzerime fırlatsa bile bir şey yapacak durumda değilim, direk teslim olacağım yani. İşin kötüsü, bir türlü tuvalet kağıdı bulamıyorum. Kağıt havlu olduğunu anladığım paketi bırakıyor, bir sonrakini şöyle bir okşamak yerine mıncık manyağı ediyordum. Kalın cam arkasında öküz gözü kadar büyük görünen korkunç bakışlı gözlerin odak noktası hala bendim.

Kaçmaya karar verdim. Evet kaçacaktım! İleride, pasta, ekmek vs. reyonunda ufak bir kalabalık vardı. Eğer atik davranır da birden fırlarsam oraya ulaşmam pek vakit almazdı. Zira arada dört veya beş adım vardı. Ama teyze hala çok yakınımdaydı. Hamlemi yaptığım anda kolumu tutup "hankısı tuvalet kağıdı" diyebilirdi. Bu nedenle, yavaş yavaş, paketleri mıncıklaya mıncıklaya, büyük sepetin diğer tarafına doğru uzuyordum ki eşzamanlı iki olay meydana geldi:

1- Teyze "Hankısı?" dedi.
2- Ben sepetin içinden gün gibi ışıyan Papia yazısını gördüm.

Papia'nın, beynime nüfuz eden, Uma Thurman benzeri bir güzelin trajedisini anlatan televizyon reklamı sayesinde, tam üç katlı bir tuvalet kağıdı olduğunu biliyordum. Ve lakin, aynı markanın havlusunun olup olmadığını bilmiyordum. Açıkçası pek de umrumda değildi.

- "Bu işte" dedim, hınçla.

Teyze ilk kez gözünü benden ayırdı. İşret parmağımı dik ve kat'i bir şekilde yönelttiğim pakete baktı. Paketi eline aldı. Arkasını döndü. Yalpalayan yürüyüşüyle makarna reyonuna girdikten bir süre sonra gözden kayboldu.

Bir süre arkasından bakakaldım. Teşekkürü bıraktım, bir 'röh' bile dememişti teyze. İşin aslı, ben de bu durumu hiç yadırgamamıştım. O istediğini almış gitmiş, arkasında korkmuş ve yorgun bir ben bırakmıştı. 'O duygusuz hayvanın biriydi ama ben onu çok sevmiştim' diyesim geliyordu arkadaşlarıma anlatırken. Hayır, kendimi tuttum, söylemedim öyle bir şey.

Şaşkınlığım üzerimde, belki bir daha rastlarım diye marketin bütün reyonlarını dolaştım. Ama o ne istediğini bilen, güçlü bir kadındı. Belli ki, tuvalet kağıdını almış ve çıkıp gitmişti. Tek umudum, aldığı paketin tuvalet kağıdı değil de havlu çıkması dolayısıyla market toprakalrına geri dönmesiydi. Ama yok, gelmedi. Malesef doğru paketi işaret etmiştim kendisine.

Çıktığımda, elimdeki Migros poşetinde bir kalıp beyaz peynir -kampanyadakinden- ve Hes marka bulaşık deterjanı; kalbimde heyecanlı bir maceranın yorgunluğu vardı.

29 Haziran 2007

Yağmur Yağsın Islanalım

Günaydınlar sefkili blog sakinleri. Bugün hava çok sıcak ve her nedense ortalıkta akşamüstüne doğru yağmur yağacağı söylentisi dolaşıyor (Yoksa bu sadece collective bir düş mü? Allllam yağmur yağsın, heryerler ıslansın, barajlar azıcık dolsun, şöyle bi çiselerken yağmur saçağın altında sigara tüttürelim, ıslansak da hasta olmayalım....).
Sabah yine servis saatinden 20 dakika once uyanmayı başararak (bu ciddi bir başarı, evet, zira servis saatinden iki saat sonra uyandığım da çok olmuştur), 10 dakikamı üstüme ne giyicem len şimdi kriziyle evin bir o odasina, bir bu salonundaki düdük aynasına koşturarak geçirdim. Beyza'nın uyanıp küfretmeye başlamasına ramak kalmıştı ki amaaaaan dedim, bugün cuma, işyerlerinde free friday tabir edilen gün bügündür Berfu. "Çek kot pantolonu, altına lila spor ayakkabılarını giy, üstüne püfür püfür hani böyle askılı çiçekli şeysini giy" dedim ve de bunu uyguladım. Sokak kapısını gümbürt diye çekip çıktım ve koşmaya başladım. Sabah koşunca açılıyo insan. Artık servisi kaçırırsam Bilkent'e nasıl gidicem konulu paranoyadan mı yoksa serin sabah esintisinden midir nedir adeta cin gibi oldum.
Şimdi kahvem yanımda, saat 09.09. Henuz ortalık da sakin. Evahalipisime yazıyorum.
Bir de yağmur yağarsa, bugün çok güzel bir gün olacak.

28 Haziran 2007

Aysun, benim ne eksiğim var?

Nahnu yoluyla öğrendiğim, Hürriyet Gazetesi'nde çıkan şu habere bir bakın hele. 'Olaya bak aga' demek daha yerinde olabilir.

Hani Aysun nerede!

Veysel Dağ isimli bir tüketici ise Pendik Tüketici Sorunları Hakem Heyeti’ne başvurarak ilginç tüketici şikâyetlerinden birine imza attı.

"Pepsi Max'in reklamındaki vaade inanarak, ürünü satın alıp içtiği halde herhangi bir kadının reklamda gösterildiği gibi gelip kendisini öpmediğini" gerekçe gösteren Dağ, reklamda vaat edilen hususların yerine gelmemesi nedeniyle satın aldığı ürünün bedeli olan 1.3 YTL'nin iadesini talep etti. Dağ'ın konuya ilişkin duyarlılığının Tüketiciler Birliği tarafından da paylaşıldığını kaydeden Kaya, "Hiçbir reklam kişilerin saflıklarını, bilgi eksikliklerini ve tecrübesizliklerini istismar edemez. Bu nedenle Reklam Kurumu'na başvurduk. Tüketicinin ruh sağlığı, toplum düzeni, kamu ahlakı gibi kavramları hiçe sayan bu türden reklam yapan firmaları, bu reklamlarına son vermeleri, aksi takdirde tüketici boykotu ile karşı karşıya kalacakları konusunda uyarıyoruz" dedi.

Reklamda, yakışıklı Pesi Max içicilerini öpücü görevi üstlenen şahsiyet; dudakları önden giderek kendisine yol açan Aysun Kayacı değil de, misal, Hamdullah Kayacı olsaydı durum nasıl bir hal alırdı diye merak ediyorum. Şikayetlerin "Pepsi içerkene bir adam geldi, tuttu öptü. İçtikçe öptü, içtikçe öptü! Namusuma kara çalındı efenim" şekline dönüşeceğini tahmin ediyorum. Ayrımcılık bunlar hep. Cık&Cık.

26 Haziran 2007

Belkim

Bugün düşündüm de ben
görüntümü değiştirebilirim belki.
Karar verip, toparlanıp
kaybola da bilirim belki.

Belli mi olur, hiç olmaz:
soyunup dökünüp şuracıkta
'aslında hepiniz işte böylesiniz'
diye bağırıp
sonra giyinebilirim belki.

Konuşabilir, saçmalayabilir
bir görünüp bir kaybolabilir
"hoyrat" sözcüğünü bir şiirimde
bile kullanabilirim belki.

Ciddi ciddi dalga geçip
hiç korkmadan tersleyebilir
saçıma uğur böceği takar,
piyango bileti alırım belki.

Yorulurum, çalışmam
düz gider, hiç kaybolmam.
Sesssiz sakin yaşarken,
birden ölebilirim belki.

Gözüme bir çöp batar
o çöpü çöpçü toplar
çağırırım 'gel' diye
gelmez yüzüme bakar.
Bir gün bu avallara
bağırabilirim belki.

Sonumu demire dayadım,
kütlemi teraziye.
Soranlara söyleyin
cortlayabilirim belki.

:)

22 Haziran 2007

Zümrüt

Dün Büyük Migros'a gittim iş çıkışında. (Yeni adıyla Ankamall.) Öylesine. Haftasonu Yalvaç'a gideceğim, belki anneme ufak bir hediye alırım filan diye.

Labirentimsi koridorlarda sürekli aynı yerleri dolaşıp duruken küçük bir kuyumcu dükkanı dikkatimi çekti. Daha doğrusu, küçük kuyumcu dükkanının parlak vitrininde yeşil yeşil bir şeyler dikkatimi çekti. Tamamen yeşillere odaklanmış bir şekilde, bir adama çarparak hatta, vitrine yöneldim.

Birden bire tüm sesler sustu. Koca alışveriş merkezinin kalabalık ve baş ağrıtıcı derecede aydınlık koridorları boşaldı. Ayaklarımın altından başlayarak her yeri yemyeşil çimenler kaplamaya başladı. (Şu çay reklamındaki gibi.) Sonra birkaç kuş sesiyle birlikte serin bir rüzgar esmeye başladı. Bir an için o kadar heyecanlandım ki, başroldeki ses, kalbimin küt küt sesiydi.

Yani; "güzel"i gördüğüm her zaman olduğum gibi oldum.

Vitrinde -bence- sadece bir tek şey vardı: Zümrüt. Takı meraklısı değilim, pek de anlamam gibi gelir zaten. Taşları filan da hiç bilmem. Zaten o anda o taşın zümrüt olduğunu da bilmiyordum. Sadece çok güzeldi işte. Beyaz altından yapılma zarif bir yüzüğün üzerinde, ovalle yuvarlak arasında bir şekilde, etrafından başlayarak yüzüğün üzerine doğru yayılan minik pırlantaları bile sönük bırakacak kadar zarif ve asil bir duruşu vardı.

İçeri girdim. Yüzükten gözümü ayırmadan adama nedir ne değildir diye sordum. Adam zümrüt ismini söyleyince, anneannemin ve annemin takılarındaki yeşil taşları hatırladım.

Galiba aşık oldum ben. Sadece' görünen' değil, aynı zamanda 'duran' -bir duruşu olan- bir taş zümrüt. Benim olsun istemiyorum. Uzaktan da severim. :)

Dipteki Not: 1500 Lira mıydı neydi fiyatı! Parası olan için değer. O her şeye layık :)

19 Haziran 2007

Kırık camlar arasında buzlu dusler

Kırık camlar arasından buzlu düşler...
buzun yansıması
yansımadaki ben...
seni bulamayan ben


Kırık camlar arasında buzlu dusler...
yagmurlu gunler, camdan bakan bir ben.
ne karanlıktayım ne de boslukta
ne kırıldım ne de kızgın

yasamın ucuna yolculuk halimdeyim.
rahat ve huzuru uman..

kırık camlar arasında buzlu dusler....
duslerin veliahtı olan sen...
seni bulamayan ben!

12 Haziran 2007

FoxyTunes Himini

Çok sevdiğim, bayıldığım, hep yeni ve ilginç -ve hatta bazen işime çok yarayan- zırzavat ve haberleri bulabileceğiniz bildirgeç nokta kom adlı sitede, yine pek hoşlandığım, içimden 'canım benim, yerim seni, himini himini' dediğim bir şey buldum!

Zannediyorum ki yeni bir şey değil. Bana yeni geldi. Olsun, yeninin heyecanındayım işte.
FoxyTunes ! Himini himini himini :)

Gayet Firefox kullanıcısıyım. Yiğit başlattı, ben sardım. FoxyTunes da Firefox'un güzelliklerinden biri imiş. Sitesine girip fırt diye kuruyorsunuz. Sonra bir bakıyorsunuz, görev çubuğunun üzerinde "yüklüyor, tamam, bırak onu' filan yazan barın, sağ tarafına yaslanmış minik düğmeler peydah oluyor. Oradaki notaya tıklayıp 'Player'dan müzik dinlediğiniz programı seçiyorsunuz. (Hemen hemen tüm programları destekliyor.) Ve sonra... Müzik çalarınızda müzik çaldığı sürece (ehe, güzel oldu, kafiyeli gibi) mevzu bahis barda işinize yarayacak tüm düğmeleri buluyorsunuz! Play, stop, next vs dışında bir de FoxyTunes Planet diye bir şey var. Bildirgeç'in haberi, 'FoxyTunes'tan artık şarkı sözlerini de görebileceğiz' şeklindeydi. Off, ne güzel olur o öyle :)

Gidip biraz daha bakayım ben. Bırakınız kopyacı explorer'ı filan. (Explorer'un son versiyonunda -7- sekmeler vb. özellikler Firefox'a çok benzemekte), sevimli tilkiyi kullanın. Turuncu turuncu, mmm. (::)

Son olarak, Firefox'un görüntünüzü zevkinize göre değiştirebliyorsunuz. Mesela ben bir tema indirdim (adını unuttum), her şey elle çizilmiş gibi.

Neyse gideyim ben.

9 Haziran 2007

Sistem Patlasın İçinizde, ÖSS girsin...

Başlıktaki sözler Deli'nin "ÖSYM Götümü Ye" şarkısından bir parça. Bu yazımda da yazdığım gibi ÖSYM bu şarkı dolayısıyla grup elemanlarına dava açmıştı "ben senin götünü yemem, banane" diye.

Bak sinirlendim yine, göt möt diyorum ayıp oluyor :0

Nereden geldim? Hah. Kendi haberlerinizi de yayınlayabileceğiniz bağımsız /açık yayın sitesi İstanbul İndymedia'dan öğrendiğime göre, ÖSS'den bir hafta önce Kadıköy'de bir tepki yürüyüşü yapılacak.

Elemelere, sınavlara, ölçütlere karşı değilim. Okul hayatının, sanki kazanınca hiçbir dert kalmayacakmış gibi, üniversite sınavına odaklanmasına; haybeye para kazanan tükürük ağızlı dershane sahiplerine; senelerdir yapıldığı halde sınavın birçok saçma sapanlıklarına hala çözüm bulunmamış olmasına... Eğitimin bu hale getirilmesine KARŞIYIM.

Ve bu da çok önemli: ÖSS karşıtlığının ideolojik tepkilere dönüştürülerek arada kaynatılmasına da karşıyım! Ben sadece sistemin değişmesini, yeni bir sistem kurulmasını; 18 yaşında, dışarıdan zorla, direk damara enjekte edilen hayal kırıklıklarının olmamasını istiyorum.

(Muhalefet olsun diye muhalif olmamak gerek tabi, çözümlerin de konuşulması lazım. Bence, artık paranoyaklığı bırakıp -ki zaten öğrenciler yeterince apolitik yapıldı- YÖK, ÖSYM gibi üst kurumların yetkilerini oldukça azaltmak; her üniversiteye kendi öğrencisini seçme hakkı vermek lazım. Kafamdaki uygulama halihazırda yüksek lisans için yapılıyor ülkemizde.)


“…Türkiye’de üniversite kapısının kilidi olan ÖSS, sanıldığı ve yansıtıldığı gibi, çalışanın her zaman kazandığı, adil bir sınav değildir. ÖSS hem toplumsal eşitsizlikleri yansıtan bir ayna, hem de bu eşitsizlikleri pekiştiren bir mekanizmadır. Bu sınav özü itibariyle sınıfsal, etnik, ulusal ve cinsel temelde bir eleme sınavıdır ve bu özelliiyle her sene binlerce gencin önünde aşılmaz bir duvar olarak durmaktadır..."