22 Şubat 2008

Zıtar Vors Şiiri


Bilgisayarımda birşey ararken 2005'te Deniz-Yiğit ve bendeniz tarafından kaleme alınan bir şiire rastladım. Daha çok ağıt (!) niteliği taşıyan bu eseri, Star Wars'un son çekilen episodunu izledikten sonra yazmıştık. Requem for Anakin de diyebiliriz. Pek bir geydirmişiz ama, bakalım sevecek misiniz!!!


Zıtar Vors Şiiri

Kim ister bu fezada kötü olmak
Anakin oğlum beni dinle, bu işleri bırak
Senin gibi ceday çıkmaz bir daha piyasaya
Boyun kadar oğlun var babam nerde diye ağlaya

Ne güzel bi çocuktun sen sapsarı ve saftirik
Keşke hiç keşfedilmeseydi içindeki cedaylik
Sıçtın fezanın orta yerine oldun bir sith
Boyun kadar oğlun var babam nerde diye ağliyith

Ulan Darth Vader,ben seni şu kadarcıkkenden bilirim
Büyüdün başımıza adam mı oldun lan it, diyebilirim
Maskeni çıkarıp haykırasım gelir, Anakinim diye
Boyun kadar oğlun var babam nerde diye ağliye

Işın kılıcınlan cort cort kesersin herkesi
Düşündün mü bunun oksuzu var, yetimi
Acımadan öldürdün aziz ustan Knobi'yi
Boyun kadar oğlun var babam nerde diye ağliyi

16 Şubat 2008

Halet-i Ruhiyettin


Bugün 16 Şubat cumartesi ve artık herkes kıştan sıkıldı.
Bildiğiniz gibi ben İzmir'in ılıman iliminden çıkıp da buralara yerleşmiş olsam da, bir süredir devam eden kuraklık sonrası (lütfen Deniz'in Hararettin başlıklı yazısını okuyunuz) ne zaman kar yağsa "eheeee ne güzel yağdı, kiki miki" gibisinden bir seviniyordum. Bu sabah uyandığımda refleksif olarak hemen gidip perdeyi araladım. (İşe gidilen sabahların alışkanlığı olan bu refleks sayesinde berfu kişisi o gün ne giymesi gerektiğine, şemsiye, bere, atkı gibi aksesuarlardan hangisini çantaya tıkması gerektiğine ve sanayi tipi bot mu topuklu ayakkabı mı giyeceğine karar veriyor. Berfu kişisinin neden havadurumu raporlarına hala güvenmediği bilinmiyor). İnceden bir kar yağışı vardı, güzel güzel. Üstümüzü giyinip de Batıkent'ten eve gelene kadar yolda aynen şunlar oldu: Batıkent'in arasokaklarından işlek caddesine çıktığımızda karın yerini sulusepken aldı. Oradan İstanbul yolu olarak bilinen yere çıktığımızda bu sefer yağmur yağdığını gördük. Beşevlere ulaştığımızda ise yağmur mağmur yoktu. Söyleyin efendim, aynı il sınırları içinde bile bu kadar varyasyon varken, hava durumu raporlarına nasıl güvenebilirsiniz?
Deniz geldiğinde, pencerelere bakıp "ya pencereler buğulu olunca kendimi sizin izmir'deki evinizde sandım" dedi. Ben de bu yüzden ara ara pencerelere bakarak aynı hissiyatın güvenli/huzurlu haline bırakmaya çalıştım kendimi. İzmir'de yapmur yağarken gök yarılıyor sanırsınız. Bu tip günlerde, bir fincan kahve yapıp pencere kenarında bir yere yerleşip sevdiğiniz bir kitabı yeniden okumaya başlamak yapılabilecek en iyi şeydir:)
Fakat Ankara'da yağmur da yok kar da. Kahvaltımızı kikirdeyerek, mutlu mutlu yedikten, benim işyerinde olanları anlatmam sonrası birlikte sinilenip, türk kahvelerimizi içtikten sonra sefkili kuzenler gitti. Yiyit yorgunmuş, spor mu yapmış ne, böyle tam kunil gibi olmuş:)
Ben de herkesler gittikten sonra o blog senin şu blog senin gezindim durdum. Pencerenin üstünde geceden kalan o buğu da kaybolmuş, İzmir hissiyatı falan kalmadı, Ankara bütün somut gerçeği ile önümde seriliyor.

11 Şubat 2008

Düzeni Düzenle

Az önce yanlışlıkla bloğun görünüm ayarlarıyla acımasızca oynayabildiğiniz kısmına girmişim. Tam "gönderi oluştur" düğmesine basacakken, sekmede yazılı bu sözcük ikilisini gördüm:

Düzeni Düzenle


Bu ikiliden insanın aklına neler gelebilir? Neler gelmez ki! Hrant Dink'in bugünkü üçüncü duruşmasına giderken hala arsızca bağıran sanıkların oluşturduğu çirkin sahnenin arkasındaki çok daha çirkin görüntüden; Radiohead'in son albümü In Rainbows'la zaten zayıflamış eski-ekol müzik dağıtım düzeninin kırılmış zincirine kadar bin türlü düzen aklıma geldi birkaç saniye içinde.

Düzenin, Türk Dil Kurumu sözlüğünde tam 11 tane anlamı varmış:

1 . Belli yöntem, ilke veya yasalara göre kurulmuş olan durum, uyum, nizam, sistem.
2 . Soyut ve somut nesnelerin bir sıraya, bir hedefe, bir amaca göre sıralanması, konsept.
3 . Yerleştirme, tertip:
"Evin en bozuk düzeninde bile hastalığa mahsus birtakım aletler vardır."- R. N. Güntekin.
4 . Bir devletin belli başlı ilkeleri bakımından yönetimde tuttuğu yol, yönetim biçimi, rejim.
5 . mecaz Bir kimseye, bir kuruluşa karşı toplu olarak alınan gizli karar, dolap, komplo.
6 . mecaz Topluca ve gizlice yürütülen herhangi bir plan, dolap, komplo.
7 . mecaz Dolap, hile:
"Hile, düzen dağarcığından elbette yeni bir şey bulup çıkaracak."- E. E. Talu.
8 . müzik Müzik aletlerinde ses ayarı, akort.
9 . toplum bilimi Toplumsal bir yapı içinde ögelerin bütüne, bütünün ögelere ve ögelerin birbirlerine göre ilişkileri:
"Orta hâlli ailelerin kurduğu bu düzende herkesin bacası tüten, kapısı çalınan bir evi var."- N. Meriç.
10 . halk ağzında Alet edevat takımı.
11 . halk ağzında Bez dokuma tezgâhı.

ve düzenlemek:

1 . Düzenli, düzgün duruma getirmek, düzen vermek, tanzim etmek:
"Odasını düzenledi."- .
2 . Yapmak, hazırlamak:
"Merdivenleri, masaları gayet hantal, battal şeyler. Bodrumun ışığını da buna göre düzenlemişler."- B. R. Eyuboğlu.
3 . müzik Düzenleme yapmak.
4 . müzik Müzik aletlerini akort etmek.

Görüldüğü üzere, düzen sözcüğünün pek de güzel bir geçmişi olmamış ki, dilimizde çoğunlukla olumsuz bir anlam edinmiş. Zira, 11 anlamdan birinci ve dördüncüde gördüğünüz gibi, tarafsız bile gözükse, pek güzel sahneler getirmiyor insanın gözünün önüne.

Düzenlemekse ne güzel! Güzelleştiriyor, toparlıyor, istediğin gibi olmayan bir şeyi istediğin bir hale getirme durumunu anlatıyor. Düzeltmek değil, düzenlemek. İronik bir şekilde düzenlemek sözcüğü, düzenden kaynaklanan rahatsızlığı gideriyor.

Gibi görünüyor. Ve fakat, düzenlemek, zaten belirli bir şekle getirilmiş 'düzen'i, azıcık daha katlanılabilir hale getiriyor. Sanki düzenleyince, ortaya çıkan şeyin senin eserin olduğu yanılgısını veriyor. Sana düzeni 'sahiplendiriyor'. Duruma seyirci olmaya dayanamamış olanları, bir şey yapmış gibi olmanın verdiği rahatlıkla sakinleştiriyor, seyirci koltuğuna tekrar oturtuyor. Bu fiil, belli ki sadece, kökündeki isme hizmet ediyor, casus gibi.

Başta, müzik dağıtım zinciri gibi ekmeğini bolca yediğimiz, geliştikçe güzelleşen, ama zamanı gelince tamamen bozulması gereken 'düzen'lerden söz etmek de vardı aklımda. Ve fakat, yazının genel halet-i ruhiyesinden de anlaşılacağı üzere, bugün pek havam yok. Zira, Hrant Dink'in duruşma haberini yanlışlıkla saçma sapan bir televizyon kanalının cafcaflı haber bülteninden seyretme gafletinde bulundum. Bir yandan, Dink'in eşine arsızca ve abuk sabukça bağıran sanıkları lanetler gibi görüntüler; diğer yandan, bunun aslında herhangi bir cinayet olduğunu, 'dağlarda o kadar Mehmetçik ölürken' pek de abartılmaması gereken bir vaka olduğunu anlatan satır arası sahneleri... Haber boyunca duruşma hakkında doğru düzgün bir bilgi edinememiş olmama rağmen, duruşma salonundaki kameralı kayıt sisteminin ne süper sonik bir şey olduğunu, nasıl çalıştığını şu anda çok ayrıntılı biliyor olmam bunun ufacık bir göstergesi olsa gerek.

Düzeni düzenlemek ikilisi; düzeni süslemek, zaten pek açık olmayan gözlerin aralıklarından filtrelenerek girerek daha büyük bir inançla kabul ettirmek, kayganlaştırmak, batan, acıtan, bağırtacak, ayağa kaldıracak yerlerini daha görünmez yerlere saklamak gibi bir anlama geliyor olsa gerek

----------------
Now playing: Radiohead - Go Slowly

10 Şubat 2008

Teknolojik Engelleme

Yapmak istediğin bir şeyi, dışarıdan herhangi bir şeyin engellemesi dolayısıyla yapamamak felaket. Engellenmişlik. Lisede gece arkadaşında kalmana izin verilmez, puanlar istediğin bölümü okumana izin vermez, okulda kurallar istediğin organizasyonu yapmana izin vermez, parasızlık yeterince eğlenmene izin vermez falan filan.

Ama en fenası teknolojik engellemedir zannımca. Zira, hemen hemen diğer bütün engellenmişlik hissi, yasaklardan doğar. O yasağı koyan, kaldırır da. Elinde bir çözüm vardır, istenirse uygulanır.

Ve fakat, aylardır başıma gelen olayda olduğu gibi, günün yarısını başında geçirdiğin iş yerindeki bilgisayarın, çok acayip bir şekilde Blogger sahifelerine yazı yazmana izin vermeyince ne yapacağını, neye sinirleneceğini şaşırırsın. Gidersin Bilgi İşlem'e,, "ben bütün gün iş yapacağıma buralara yazı yazıyorum işte" imajını da göze alarak "olm, bu siteyi ysakladınız mı, doğru söyleyin" dersin. Blog hadisesinden haberleri bile olmadığını öğrenirsin. İşin gıcık tarafı, diğer iş arkadaşlarının bilgisayarından yazı yazılabilmesidir.

Blogger Help
'i hatmedersin. Yönetime mailler atarsın. Ve sonunda, Help sayfasında senin gibi bir kaç zavallı bahtsızın bulunduğunu büyük bir buruklukla öğrenirsin. Zira, o üç -beşe hiç kimse yardım edememiştir. Kendi hallerine bırakılmışlardır.

Yazdığın yazının sadece başlığının yayınlanması bu teknolojik engellemenin en yüksek sesle "nıhahahahahahahha" şeklinde kötü adam gülüşü yaptığı bölümdür.

Elimdeki sanal balyozu her gün çok büyük bir sayı kere karşımda duran ekrana indiriyorum. Böyle kötülükler yapan bir makinenin duyguları olacağını, bu kadar nefretten yakında psikolojisinin bozulacağını, Bilgi İşlem'in de bana yeni bir bilgisayar göndereceği umuduyla yaşıyorum şu anda.

Günün sonunda bilgisayar görmek istemeyen gözlerle eve gelen bendeniz, artık canım bloğuma yazı yazacağım zaman evdeki bilgisayardan bu açlığımı gidereceğim. Evet.