27 Aralık 2008

Pembe Balina

Rüyamda pembe bir balina gördüm. Ama, rüyamın içinde bile sadece ben gördüm! Tüm bir rüya boyunca 'bakın bakın size bir şey göstereceğim' deyip cemaati etrafıma topluyor, deniz kenarındaki o mekanda, beş -altı kişiyi, pembe balina o koca cüssesiyle bir kez daha zıplayıncaya kadar bekletiyordum. Ama, içimizden birine aşık olan, suda ve karada yürüyen bir balina da dahil olmak üzere, türlü mahlukat o denizin içinden çıktığı halde bir tek benim pembe balina ortaya çıkmıyordu. Sonuç olarak dün gecem, diğer insanlara pembe bir balina gördüğüm iddiasını kanıtlamaya uğraşmakla geçti. Balina güzeldi de, gerisi kabustu be!

Dipteki Not: Bu ara, gördüğüm tüm rüyalar deniz kenarında geçiyor ve bir ara mutlaka Yiğit beni telefonla arıyor. Bu hafta hiç aramadı, ondandır.

23 Aralık 2008

Kısacık

Kendime kızdım.
Kaç günlerdir, aslında tam olarak bayram öncesinden beri, gazete karıştırmayışıma (tabii malesef sanal alemde, yoksa gönül isterdi ki kuzenlerin şenlendirdiği bir pazar kahvaltısı sonrası, demli çaylarımızın yanında yaktığımız ilk sigaramızla herkes eline bir gazete alsın, hatta Radikal İki'ye ilk kim davranacak diye kıpır kıpır olalım, sonra mır mır okuyup "aaa şöyle olmuş, böyle olmuş" diye anlatalım birbirimize) kızdım. Burda bazen hayat duruyor benim için. Bu da öyle birkaç haftaydı işte....
Bugün hayata dönüp de memlekette neler oluyor ki diye merak edince, günlerdir anlam veremediğim, feysbuktan falan beni tacizlemekte olan "Ermenilerden özür dilemiyoruz" davetlerinin nedenini, önce Baskın Oran'dan sonra Yıldırım Türker'den öğrendim. Şaşkınlığım daha geçmemişken bu sefer de Can Dündar'a çektiği belgeselle ilgili anında görüntü davalar açıldığını (Atatürk'e nasıl Mustafa denirmiş, Atatürk nasıl pofur pofur sigara içerken gösterilirmiş, olcak bişi diilmiş bu) okudum:/
Nasıl kurtulacağız biz bu tehdit algımızdan, tabularımızdan?
Bir fırın ekmek?
Yetmez sanki.


19 Aralık 2008

Jon Favreau ve Obama

Bu sabah maillerime bakmak için uğradığım Yahoo'da ilginç bir haber dikkatimi çekti. Haber, Obama'nın metin yazarı olan 27 yaşındaki birinden bahsediyordu: Jon Favreau.

Obama'yı seçim öncesinde ilk takip etmeye başladığım zaman, özellikle konuşmalarının çok etkili ve her birinin diğeriyle ne kadar tutarlı olduğunu düşünmüştüm. Değişim önermesi süperdi, çok uygundu. Tüm konuşmalarında bu "tek satış önermesi"nin çevresinden uzaklaşmamış olması da başarıyı getirdi diye düşünüyorum.

Amma ve lakin, benim bu genellemem, bu başkanlık seçimini aslında pek de sıkı takip etmeyen, konuşma metinleri üzerinde düşünmek için az bir mesai harcayan bendenizin gözlemi. Üç beş konuşma üzerinden bu kanıya vardım anlayacağınız. Bu nedenle, Obama'nın metin yazarının hastasıyım gibi bir şey söylemeyeceğim. (Ha, güzel bir insan, eli yüzü düzgün bir arkadaşımız, o ayrı.)

Bu konuyu buraya taşımamın nedeni başka. Şu anda, Beyaz Saray'da, Obama'nın Metin Yazarları Ekibi'nin başında 6 Haziran 1981 doğumlu Jon Favreau adlı bu çocuk bulunuyor, gerçekten. Bu haberi görüp de bu kadar çok şaşırınca, kendi kendime, Türkiye'de böyle bir şeyin olmasını imkan dahiline almadığımı anladım. Elbette genç çalışanlar vardır. Ama acaba, bu kadar yetkili bir konumda bulunabilir mi? Unvanı olsa bile kimse onu sallar mı? Kendisine, aşağıdaki resimde gördüğünüz gibi genç bir takım kurup başına geçebilir mi? Onun bunun tanıdığıyla değil de, hakikaten iyi olduğu için bu konuma gelebilir mi? Siyaset denen nanenin kültürel düzeyi, genç -yaşlı, işi uzmanına bırakacak kadar yukarı çekilebilir mi?

Geçen gece, kendimi tutamayıp Uğur Dündar'ın yönettiği Gökçek -Kılıçdaroğlu tartışmasının on beş dakikasını izleme gafletinde bulundum. Sinirden dudaklarım uyuştu! (Vücudumun garip tepkilerinden biri daha, sıkışınca dişlerimin zonklaması gibi.) Sonra, haberleri izlerken aydınların Özür Kampanyası hakkında Tayyip Erdoğan'ın dediklerini duydum, kendisinin daha önce söylediklerini hatırladım. (Ananı da al git ve diğerleri.) Adını hatırlamadığım siyasetçilerin, gazetecilerle konuşma şekline, bakışlarındaki 'seni küçük sürüngen, sen ne bilirsin' sözlerine şahit oldum. Kendi seviyesizliklerini 'samimiyet, halkın diliyle konuşma' filan zanneden, kendilerinden başka kimseye saygı duymayan bu adamları düşündüm de, bu habere bu kadar çok şaşırmama hiç de şaşırmadım.

Obama'yı neden tuttuğumu, savunduğumu, seçimi kazanınca içimde duyduğum ferahlık duygusunun nedenini şimdi daha iyi anlıyorum. Siyasi tutumundan çok daha önce; medeni davranışları, tüm insanlığa saygı duyar gibi bakışları, sakin hareketleri, bilgisini aktarım biçimi, kültür seviyesi vb. insanda güven uyandırıyor bir kere. Etrafındaki insanların /çalışanların da kendisi gibi olacağını /olduğunu düşündürüyor. Amerikan siyasetinde kocaman bir düzey yüksemesi oldu, umarım tüm dünyaya yansır.

*************
Birkaç Jon Favreau haberi:

How Obama Writes His Speeches
What Would Obama Say?
Obama's Speechwriter Speaks Up..


* Facebook'ta bir hadisesi olmuş kendisinin. Seçimden sonra, Hillary Clinton'ın maketinin memesine ellerken fotoğrafı çekilmiş. Özürler dilenmiş filan. Eh, gençlik işte :)

16 Aralık 2008

Mamak'a Yiğit Geldi

Yıl 2003. Yiğit Gazi Endüstri Mühendisliği'nde okumak üzere Ankara'ya, bizim (Berfu -Beyza-Ben) yanımıza yerleşti. Aylardan Eylül oldu. Okul açıldı, dersler başladı. Ve Yiğit daha ilk haftasında, neredeyse on yıl Ankara'da yaşamış olan ablam da dahil olmak üzere hiçbirimizin ayak basmadığı Mamak'a gitti!

Yeni Türkü'nün Sonbahar'dan Çizgiler şarkısının (bir Kemal Burkay şiiri) içinde geçen 'Mamak'a sonbahar geldi'den başka cümle içinde bile kullanmayı beceremediğimiz, nerede olduğunu ve nasıl gidildiğini zaten bilmediğimiz, çok uzaklarda bir Ankara ilçesi idi bizim için Mamak. Yiğit o akşam gelip de "ben bugün Mamak'a gittim" deyince önce Yiğit'e, sonra da birbirimize uzun ve şaşkın bakışlar atmışızdır kesin. "A-a, niye gittin lan?" sorusu biraz gecikmiş olmalı. Birkaç gün önce tanıştığı arkadaşının orada bir işi olduğu için beraber Sıhhiye'den banliyö trenine atlayıp gitmişler. Banliyö konusuna hiç girmiyorum zaten, halen binebilmiş değilim.

Velhasıl velkelam* Yiğit, sonraki beş yılı Ankaray'ın Beşevler -Maltepe -Kızılay güzergahında geçecek olan Ankara zamanlarının ilk haftasında banliyö trenine binerek Mamak'a gitti.

-------5 YIL SONRA ------

Yıl 2008. Yiğit Gazi Endüstri Mühendiliği'nden mezun olduktan hemen sonra askere gitme kararı aldı. Aralık'ın dokuzunu onuna bağlayan gece, bayram dolayısıyla bulunduğu babaevi Yalvaç'ta Yiğit'e bir telefon geldi. Bir arkadaşı kendisinin Bingöl'e, Yiğit'in ise Ankara Mamak'a asker olarak gideceğini duyurdu. Birçok arkadaşının askerliği Ankara'nın doğusuna çıkan Yiğit hem sevindi, hem üzüldü. En son tekrar, o arkadaşlarını da yanına alıp bolca sevindi. Sazlı (babamın udu ile) sözlü (cemaatin sesi ile) eğlence yapıldı. Üst komşumuzun ısrarı ile Yiğit'e kına bile yakıldı, anında gitti yıkadı. Öncesinde Ankara'da yaptığımız toplaşma (bkz: üstteki fotoğraf 5 Aralık 08 Nedjima 2), Yalvaç'tan Ankara'ya giderken otogarda uğurlama vs. ile Yiğit'i birkaç baskı yaparak askere uğurladık.

Yiğit 14 Aralık itibariyle, Mamak'ta birliğine teslim oldu. Kendisinin Mamak'la başlayıp yine Mamak'a dönen bir Ankara macerası oldu. Yani, Yiğit Üniversite'de serimizin sonuna geldik. Mayıs'tan itibaren Yiğit Asker'de ve sonrasında Yiğit İş'te maceralarımızda tekrar görüşmek ümidiyle, esen kalalım.**

* Google'da "velhasıl velkelam"ı aratınca ilk sırada Evahalipisi çıkıyor. Bu ikiliyi bu şekilde pek az kişi kullanıyormuş demek ki. Hukukçu baba sahibi olmanın getirileri, götürüleri.
** Eh, artık Yiğit'i buraya yazma konusunda sıkıştırmanın zamanı geldi. Di mi Cevat Abi? (Evet)


1 Aralık 2008

"Dergi, hür düşüncenin kalesidir."

Bu yazıya başlık olarak seçtiğim Cemil Meriç sözüne, az sonra sözünü edeceğim derginin, keşfedilmeyi bekleyen yüzlerce ufak köşelerinden birinde rastladım. Tam o anda zaten, bu dergiyi ben bloğuma yazayım, tanıtayım diyordum:

Futuristika: Enterasan Mevzular Dergisi

Futuristika, edebiyat, fotoğraf, politika, müzik vb. vb. alanlarında enteresan mevzuları bulup çıkartan, profesyonel dergi anlayışıyla, ciddiye alınarak yayınlanan, bol yazarlı bir e-dergi. Keşfettiğimden beri her gün bir kez, kahvaltı ile birlikte alıyorum. Siz de mutlaka uğrayın, girin, takılın, enteresan mevzular keşfedin. Benim (ve Berfu) gibi çok severseniz buraya da bir yorum ekleyin, fazladan keyiflenelim. Son olarak, Futuristika'yı bir de kendi dillerinden dinleyelim:


… derdini Türkçe anlatma gayretiyle, enteresan mevzuları ya da gayet sıradan durumları aktarma gibi dünyevi bir meselenin peşinde olan bir online dergidir.

Interneti boş bir mecra olarak görmeyip interaktif özelliklerinden yararlanarak okumaktan, izlemekten, dinlemekten aldığımız keyfi arttırmaya çalışıyoruz.

Futuristika günlük olarak güncellenir ve yazılara anasayfadan ulaşabileceğiniz gibi, ücretsiz abonelik yoluyla mail adresinize de ulaştırılabilirsiniz. Uzun ama çok da uzun olmayan dönemde planımız da, batık dergiler cenneti ülkemize katkı olması açısından basılı mecrada da yer bulmamızdır. Her derginin tuvalette de okunabilmesi gerektiğini düşünüyoruz ve takdir edersiniz ki laptop ile tuvalete girmek yeteri kadar sıkıntı verici.

İlgimizi çeken konular nelerdir? İlginç olan her şey: Ayrıntılar, müzik, sinema, tasarım, mimari, edebiyat, politika, sokak, internet mucizeleri, oradan buradan duyulanlar, enteresan mevzular vb.

Futuristika!, bir yandan en ağırbaşlı tavrıyla sanat ve dünya meselelerine kafa yorarken, bir yandan da en hafif meşrep haliyle başka bir yerde Türkçe okumadığınız konulardan bahsetmeye çalışıyor.