17 Nisan 2010

Bir yolculuk hikayesi: Suriye/ Halep

(*Great Mosque of Aleppo)

Geçenlerde Orta Doğu keşfi içimde biraz daha arttı... Ve bunun üzerine dört arkadaş "niye Suriye'ye gitmiyoruz?" diye düşündük. Tez danışmanımı kafalayarak dokuz günlük bir yolculuğa çıktım. Ana amaç Halep, Şam, Palmyra, Ürdün, Petra ve de Beyrut'u görmekti. Yine de fazla plan yapmamaya karar verdik.

Ankara-Halep:
Ucuz ve zevkli bir tatil nasıl yapılabilir sorusunun cevabını uçak yerine otobüsle Halep'e gitmektir derim ey balım okur. Has Turizm ile Ankara'dan Hatay'a yaklaşık 10 saatte geçtik. (Bilet fiyatı 35 tl) Yolculuk keyifliydi, bir sürü sohbet döndü... Hatay'a vardığımız zaman yine Has'ın Halep'e olan dolmuşlarına binerek devam ettik. Ufak ve havasız bir dolmuş da olsa Cilvegözü sınır kapısına geldiğimiz zaman sonunda sınırı geçiyoruz diye düşünerek sevindik. Ancak sınırı geçmek maalesef o kadar da kolay olmadı.. Bunun en önemli nedeni ticari araçların çokluğu ve kelli felli amcaların sıraya girmeyerek kaynak yapmaları. Hafta sonu gitmemizin gazabı da denilebilir buna...

Halep:

(*Kale'nin içinden bir görüntü)

Halep'te Fındık-ül Siyah ya da diğer adı ile Tourism Hotel'de konakladık. Hemen meydanda olması ve de en üst kattan bir oda ayarlamış olmamız da keyfimizi yerine getirdi. Otelin iki kişilik odada kişi başı kalış fiyatı 35 dolar, biz tanıdık araya sokunca 25 dolar'a kaldık. İki günlük Halep gezisi sanırım dokuz günlük gezinin en güzel ve keyifli kısmıydı. Her yere yürüyerek gidebiliyor olmak da şehrin içine iyice girmemi sağladı.

Halep'te araba ile gittiğimiz tek yer gümüşçülerin, eski eşya satan dükkanların bulunduğu alandı. Kesinlikle gidilip görülmesi gereken bir yer olduğunu belirtmek isterim. Bunun dışında yaklaşık 4-5 saatinizi Halep Kalesini gezmeye ayırdık. Biz yok orada da bir yol var, yok burada mağara var diyerek yaklaşık 4 saatte bitiremedik kaleyi... Kaleden içeri girdiğim zaman Malkoçoğlu filmlerinin çekildiği yerler gözümde canlandı. Daha tarihi konuşmak gerekirse Haçlı Seferlerinin geçtiği bir kalede bulunmak ve yerdeki taşlara basıyor olmak beni fazlasıyla etkilemişti. Halep Kalesi'nin dış bölgesini çeviren hendek ise lise tarihinde öğrendiğim Osmanlı savaş stratejisinin gerçek olduğunu gösterdi...

Kale'nin yakınında bulunan Beroua (Beyrüya) adlı restorana gittiğimizde ise sanırım en keyif aldığım anları yaşadım... Karşınızda kalenin ışıkları, bir terasta oturmuş Halep'in değişik kebaplarının tadına bakıyorsunuz... Daha ne olsun... Ne mi yenmeli? Kesinlikle Kebab with Cherry Souce alınmalı.. Adana kebabı misket misket yap, vişne sosu dolu bir tabağa boca et, tabağın en alt kısmına ise ince hamurdan lavaş tarzı ekmek dilimle... Sonra Macuka adlı mantarlı biberli kebab da benim favorilerim arasındaydı. Toshka (sarımsaklı ekmek içinde et) yemezsen de nankör olursun dediler.. Ee ne yapalım yedik... Tabii ortaya bir Kürt salatası ya da değişik salata çeşitlerinden biri, ve de humus söylemezseniz Beyruya'nın sahipleri kızıyor, o da olmaz... Bu mekandaki tek sorun bir sürü meze, mükemmel et çeşitleri, güzel bir manzara olmasına rağmen içkinin olmaması arkadaş.. Oysa alacaksın orada rakını (Suriye rakısı da olur hiç mühim değil), Güzel bir Göz Attı Beni Bu Derin Sevdaya'yı söyleyeceksin. Olmadı, söyleyemedim.

(*Kaser Al Wali)

Ertesi gün bir önceki gecenin acısını manzarası olmayan ama yine Halep'in en pahalı (!) mekanlarından birinde bu sefer içkimle yaşadım. Gidilen mekanın adı Kaser Al Wali. Burası biraz kel alaka bir yerde maalesef ( Al Jdaideh diye geçiyor ismi. Sokağın adı ise sanırım Al Arbaaeen Lane. Yukarıda bahsettiğim gümüşçüler de bu alanda).

Diyorsunuz ki lüks mekanlara gidip yemekler yemişssin, para bok herhalde sende. Hayır efendim değil. Beyruya'da kişi başı 10-12 dolar arası bir para harcadık. Kaldı ki masa tıklım tıkış dolmuştu. Kaser al Wali biraz daha pahalı ama yine de Türkiye ile kıyaslayınca yiyecekler ucuz kalıyor. Yemekten sonra çay keyfi bile yaptık. Bu arada çay konusunda da herhangi bir yerde Mahmood ve Ahmed Tea'yi değişiklik olsun diye denemenizi öneririm.

Halepteki katedralleri, kiliseleri, camileri tek tek gezdik.. Her girdiğimiz kilisede bir ayin ile karşılaştık. Ortodoks kilisesi ile Musevi kilisesindeki ayinlerin ne kadar da farklı olduğuna şahit olduk...

Yandaki fotoğrafta ise artık yorgunluktan kendinden geçmekte olan vücudumu taze meyve suyu ile serinletiyorum. Kiliselerin yan yana ve çoğunlukta olduğu bu bölgede (haritadan bakarsanız hemen burası dersiniz emin olun) Turtles Burger isminde, Ermeni bir adamın oğlunun işlettiği bir mekan. St. George'un yakınlarında olması gerek. Ermeni Amca'nın ki kendisi Türkçe konuşuyor çatır çatır, "1915 olayları sırasında babam Halep'e taşınmış, ben de 1920 de doğmuşum" demesine şahit oldum. Siyasi korkutmalar ve söylemler gerçeklerden ne kadar da farklı aslında. Irak Kürt Bölgesinde yaşadığım aydınlanmaya benzer bir aydınlanmayı Ermeniler ile konuşunca da yaşamış olmak gezinin en güzel kısımlarından biriydi sanırım.

Ayrıca Halep insanı diğer gezdiğim yerlere kıyasla fazlasıyla cana yakındı. Türk olmamız Ermeni mahallesinde sorun yaratmadı. Hatta başka bir Ermeni Amca (Emille) bizimle tren garına gelip Şam biletlerimizi aldı. Gece 12'deki en ucuz trene binmemiz (1 dolar) ise Kayserili olup olmadığımızı kendimize sorgulattı. Gece yolculuğunu trende yapmak da bizi bir gecelik hostel parasından kurtarmıştı. Ancak eşyalara birisinin göz kulak olması gerekiyordu ve beni de uyku tutmadığından gönüllü oldum. Bir ara tren durduğunda aşağı inip sigaramı yaktım. Kompartıman görevlisi yanıma yaklaştı, çay içmek ister misin diye sordu Arapça.. İsterim, istemem mi, saatlerdir trendeyiz tın tın gidiyoruz. Aldı beni yemek salonuna oturttu, çayımı doldurdu. Halep-Sirkeci arasındaki ray hattında çalışmış bir süre. 47 saat sürüyormuş tren ile... Onları anlattı. Eşim olup olmadığını sordu, sevgilim olup olmadığını sordu.. Arapların tipik sorusu evli olup olmadığınız üzerine zaten.. Çayımı içtim.. Bizimkilerin yanına geri döndüm ve uykuya daldım. Artık Şam'a gelmiştik.