6 Mart 2008

"Birbirimize Sahip Çıkıyoruz"

Kol kola yürüyemediğimiz bir “kamusal alan” , bizim “kamusal alanımız” değildir!

Bizler inançlı- inançsız, örtünmeyen-örtünen, kadın hak ve özgürlükleri anlayışı içinde "sen varsan ben yokum" demeyen kadınlar olarak;


Başörtülü kadınların; cahil, yobaz, fesat, takiyyeci, fırsatçı, örümcek kafalı gibi sıfatlarla bir "islami robot" imajıyla değerlendirilerek, ırkçı yaklaşımlarla şiddete maruz bırakılmalarına karşı çıkıyoruz. Başörtüsüz kadınların; cinsel meta, teşhirci ya da bir tahrik mekanizması gibi cinsiyetçi yaklaşımlarla değerlendirilmesine karşı çıkıyoruz. Kadınlar arasında yaratılan uçurumların kadınların ezilmesini ve sömürülmesini kolaylaştırdığını biliyoruz. Ve kadınlara uygulanan baskıların üstesinden, ancak barış ortamında, hak ve özgürlüklerin uygulanmasıyla gelinebileceğini düşünüyoruz.

Biz her türlü ayrımcılığın ve adaletsizliğin karşısında olan kadınlar, “kadının yeri kocasının dizinin dibi” anlayışıyla bizleri yok sayan, “genel ahlak” düzenlemesiyle ayrımcılık yapan, kadın özgürlüğüne sınırlar getirmek isteyen bir "er meydanı" olarak devletin kadınlara yönelik her türlü yasağını ve baskısını reddediyoruz. Biz kadınlar; birilerinin bedenimizi modernite, laiklik, cumhuriyet, din, gelenek, görenek, ahlak, namus ya da özgürlük adına denetlemesini istemiyoruz.

"Herhangi birini yok saymak, onu kendi varlığından kuşku duymaya yöneltir"
Hannah Arendt

Biz kadınlar birbirimizden kuşku duymuyor; birbirimize sahip çıkıyoruz!
Çünkü biz kadınlar, farkında olduklarımızla yan yanayız!


destek ve imzalamak için:
eğer "ben de varım" diyorsanız birbirimizesahipcikiyoruz@gmail.com adresine adınız-soyadınızı yazarak bir mesaj atın.

Birbirimize Sahip Çıkıyoruz nokta Blogspot nokta kom

Yaz Tatili Kokusu

Anlık ve alakasız şeyler var. Yaz tatili kokuyor...

1- Klasik Blendax'la yeni yıkanmış saç
2- Bulaşık leğeninde fazla kalmış parmak ucu buruşukları
3- Ütülenmiş kıyafet
4- Duştan çıkar çıkmaz saldığın deodorantlı ilk ter kokusu
5- Radyonun düzenli olarak gidip gelen frekans bozukluğu sesi
6- Işığı açık bırakılmış balkon
7- Bir anlığına karpuz gibi kokan salatalık
8- Tavla tahtasına vuran zar sesi
9- Gece açık bırakılmış pencereden gelen bir anlık sessizlik
10- Yıldızlı gökyüzü

Oy, ooy... Olsa da yesek :)

5 Mart 2008

Savunmatik

Savunma mekanizması garip bir şey. Kimisi oldukça saldırgan oluyor, ki buna, hergün medyada gördüğümüz gibi, bahane anlamına gelen 'pabucumun savunması' deniyor. Saldırası varmış, yok efendim savunduk. Savununuz efendim; insanlığı, demokrasiyi, ülkenizi, ideolojinizi. Biz yiyiyoruz hep bunları. Evet evet.

Neyse, gelelim insan bünyesinin savunmasına. Bir kişi var önümüzde. İnsan soyundan. Başına bir şey gelir. Bu 'şey', şimdiye kadarki hayatının çizgisinde minik veya kocaman bir kırık yaratan bir şeydir. Bu kırık her zaman, daima, aşağıya doğru görünür önce. Bu durumda, ilk aşama olarak, fiziksel savunma mekanizması devreye girer:

Sırtın ağrır, bütün gün uykun var gibidir ama gece uyuyamazsın, ağzında yaralar, yüzünde sivilceler çıkar, dini motifli kabuslar görürsün. (Berfu'ya bir 'ehehe' var burada), gününün saatleri sosyopatlıkla asosyallik arasında gidip gelir, çok yer çok içersin (ben kendime ehe diyorum şimdi)... filan. Kendine ne kadar 'aslında süper bir olay bu, hayatımın dönüm noktası lan, vay be' desen de, acayip bir hissiyat içindesindir. Sonra anlarsın ki, tüm bu fiziksel anormalliklerin (bu 'vay be' lerinin aslında kendine kendine bir telkin olduğunu anladığın ana denk gelir) gayet psikolojik bir durumdur. Tam o anda, o büyük itiraf yapılır: Korkuyorum olm! Bildiğin korkuyorum. Evet, tüm ıvır zıvır kağıt işlerini bu yüzden geciktiriyorum, olmamış gibi davranıyorum, benim dışımda bir olay gelişse de olmasa şu iş diye düşünüyorum, gelecek fotoğraflarımı erteleyip bugüne bakıp duruyorum...

Bir süre sonra bir de bakarsın, fiziksel anormallikler yavaşlar, abuk subuk rüyalar görmeye devam etsen de günün normal geçmeye başlar. Teşhis yapılmıştır. Bildiğin korku. Bu kadar zor muydu lan, çözdüm olayı dediğin anda, gerçekler karşına çıkar:

O andaki gerçeklerin kelimesi 'lazım'dır. Son zamanlarda, belki de haksızlık ederek, seni pek sallamadığını düşündüğün için (burada Beyza'ya bir öhö var) kırgın gibi olduğun (sevdiklerinin ilgisini ölçmeye başlamak da bir savunmatik tarzı olsa gerek) canının içi kuzenininle birlikte Nefes'teki Gevende konserinde aşırdığın (Nefes Bar'a saygıynan) süpersonik bira bardağına Efes'i fazla köpürtmeden koyarsın. 'O zaman ne yapmam lazım' dersin. Önce alışman 'lazım'dır.

Alıştın gibi oldu mu? İşte şimdi asıl lazımlar geliyor. Hayatın gerçeklerinin lazım ettiği şeyler başlar. Bundan sonrası kolay. Zira somut olan her zaman kolaydır. (ki 'devlet' denen şey her zaman bu aşamadan başlama ayrıcalığına sahiptir -öldürmek lazım!- neyse. Allaam, nasıl da karışık zihnim.)

Somut 'lazım'lara girmeyeceğim, her ne kadar fazla kişisel bir yazı olsa da bu, aşikar ki herkes için farklıdır. Kimisi için bir ilişkiyi bitirmek /başlatmaktır; kimisi için başka bir şehre/ ülkeye/ gezegene taşınmaktır, kimisi için sadece inançlarını/ düşüncelerini değiştirmektir -ki bu durum elle tutulan bir iş yapmadığın için aslında en zorudur, çünkü en kolay olan kendini kandırmaktır.

İnsanoğlunun özünde istikrar, devamlılık, süreklilik, kötü 'gibi' 'sanki' olduğu düşünülse de, alışıldığa devam etmek etmek gibi bir cevher olduğunu düşünüyorum. Cevher diyorum, evet, değerli bir şey. Çünkü insan ırkının devamını getiren de aslında tam olarak bu 'öz' değil midir? Aile, devlet (ben anarşist değilim, hayır, lazım bu), sadakat (sadece bir tek hayvan türünde daha var, hatırlayamadım) gibi kavramlarla bugün yaşıyoruz. (Bence.) İ

İşte tam da bu 'öz', bizi her türlü kırılmanın aşağıya doğru gittiğini düşündüren şeydir. Halbuki, gayet somut bir olay olduğu düşünülen ekonomide bile belli ki, kırılmalar aslında daima kararsızdır. Bir çizgi (lisedeki matematik dersinde 'doğru' diye öğrendiğimiz noktalar kümesi) kırılır, kırılabilir.

O anda, tam o kırılma anında, savunmatik devreye girer. "Noluyo' lan" der. Der ki, "bir durum var, ne olduğunu bilemedim ama ben bööööyle giderken bana çelme taktı".

İşte o çelme, x ve y eksenleri üzerindeki bu 'doğru'nu yamultur. O yamulmayı sen yaratmışsın, başka bir şey yaratmış, mesele o değil. Bu kırılma kararsızdır, işte mesele bu. Sen nereye istersen oraya gider.

Aşağı..

Yukarı!

Aşağı...

Yukarı!

Keşfede Keşfede


Doğadan'ın piyasaya sürdüğü yeni 'nosnormal' çayın televizyon reklamındaki şarkıyı Cem Adrian söylüyor. İddia ediyorum. Çok büyük konuşurum ben böyle.