30 Haziran 2009

Günün Okuması #1 - Bansky

Dün sabah, işe gelir gelmez Google Reader'dan takibe aldığım bloglarda bir temizleme harekatına giriştim. Özellikle son zamanlarda 'emekliliğime kaç yıl kaldı acaba' modundayken vakit geçirmek için okuduklarımdan, vakit geçirmek dışında hiçbir katkısı olmayan kişisel blogları (hepsini değil yani) temizledim. Daha sonra, belirli bir konuda hap halinde bilgiler verip beynimi bilgi çöplüğüne çeviren sitelerin takibini bıraktım. En son, çok komik lan diye abone olduğum, hakikaten de komik olan ama sonunda espri sistemlerini çözüp eöh dediklerimi gönderdim.

Arta kalanlar; kafamdaki karmaşayı netleştirecek, geçmişimin ve içinde bulunduğum /büyüdüğüm ortamın kafamda yarattığı süzgeçten geçerek de olsa beni besleyecek, aydınlatacak, yeni bakış açıları kazandıracak okumalar yapabileceklerimdi. Ve tabi ki dostlarımın blogları... Eskisi gibi. Yukarıda bahsettiğim fazlalıkları atınca hakkını vererek okuyabileceğim yazıların barındığı bu manzara hoşuma gitti. Öze ulaşmayı engelleyen kabukları sadece durarak oluşturabilmek insanoğlunun en lanetli yeteneği olsa gerek.

Bundan kelli, günün okuması etiketi altında işte bu son gruptaki okumalardan parçalar paylaşmak niyetindeyim sizlerle. Yok yok, bu etiket altında da suratsız, sıkıcı, didaktik bir mal olmayacağım canım, söz. Ortada yine hayat kuyusu olacak, bu kez yandan geçmeyeceğim sadece. Misal, geçen gün Berfu'yla laf arasında bahsettiğimiz ve keskin aykırılığı dolayısıyla çok derinlere indiremediğimizden laf arasında kalan sokak sanatçısı, fevkalbeşer Bansky (aşağıda bir çalışmasını görmektesiniz.), bugün 6.45 yayınlarından Şenol Erdoğan'ın bloğunda yayınladığı yazı üzerinden kafamda bir anlama oturdu. Bu bereketli yazı, önüme okumam gereken bir külliyat bıraktı sağolsun.

Aşağıda, bu yazıdan alıntıladığım bazı paragraflar var. Bir nevi benim yorumum denebilir. Yeni Şehir, Yeni Sanat ve Şiir adlı bu yazının tamamı ise tamburada.

(...)
Varolanı olduğu gibi kabul etmek pasifliğinde bulunmamak sadece sanatı başka yerlere götüren ve yeniliklerin doğmasına sebep olan bir gerçek değildir, antropolojik bir açıyla kucaklanması gereken bu gerçek yaşamın içinde bir anlamda da sorgucu yapısıyla dolaşıp durmada ve gerçek yerine “gerçek”i ortaya koymaktadır.

(...) Zira kaçmak denli kalıp savaşmak ve otonomlar yaratmak da sanatın göbeğinde yatanlıklardan biridir elbette. Herkes savaş baltalarının biçimini kendisi seçebilir.

Ve “sanatın yeni çocukları” bir şeyi fark etti, ne dışarısının izlenimi ne de için dışa vurumu, onlar için duvarlar var, nesnel olarak yerinde kalması gereken içsel olarak üzerlerine çalışarak soyut yıkıma uğratacakları –ve uğrattıkları- duvarlar.

(...) Gayrı resmi sanatın resmi olmayan tarih defteri bir şekilde tutulmalıdır. Zamana karşı bir tavır mı, evet, ya da kimince dine ve dinsel siyaset pisliğine bir tavır, evet, ve sayılabilecek yüzlerce şey hala bugün modernizm ve takıları halindeki formatlarıyla önümüzde, aslında aynı şeyle savaşılıyor, duyarlı üreticiler aynı şeyin savaşını veriyorlar zamanın içinde.

(...) Nasıl ki primitist tavır aynı zamanda zenginlerin sanat zihniyetine sokulan bir çomak sayılabilirse, günümüzde gerçek yeraltı sanatçıları; güncel sanat acentesi ve bienal tüccarlarının ve sözde alter-natif sanat ortamlarının çomak sokucularıdır. Tıpkı şimdinin yeni şairlerinin ortaya attığı güçlü ve durdurulamaz ‘sound’un şiir patronlarına verdiği rahatsızlık gibi.

Neden ahşap baskı sanatının kaybolmuşluğundan bahsedelim ki, neden sokakları “duvar baskıları”yla bezeyen ve sosyal-politik yapıya da ciddi ciddi dokunarak şehrin sanatçılarını basit ve sözde önemsemelerin ötesinde el üstünde tutmayalım.

Duvarlar boyu şiir yazıyor yeni kentin yeni çocukları ve siz okuma yazma bilmiyorsunuz! Yeninin cahilleri!

Nedense –ki nedeni aslında bariz ortadadır- insanlar gidişatın ilerisinde/ötesinde, “başka” şeyleri açığa çıkarmış –ortaya koymuş insanları –alan ne olursa olsun- ya görmezden gelmiş/gelmeye çalışmış ya da bir şekilde “ayağını kaydırmış”, kaydırmayı denemiştir.

(...) Artık yeni tanımlamalar ve cümle kurumlar, an be an varolan, gerekirse temsilcisinden hariç bir başına kalan sanat kolları zamanıdır. Hiçbir şey hiçbir kimsenin tekelinde değildir ve her şey herkesçe yapılabilir olandır.

(...) Tarih boyunca duyduğumuz gerçek seslenişlere kulak değil anlam vermeliyiz, yeniyi ve yepyeniyi ortaya koymak adına yapılması gereken yegane şey BESLENMEKtir. İçi boş devletin ve okulların ya da BANKA OKULLARının, öğrencilerine verebilecek hiçbir şeyi yoktur. Ailesinin, devletinin ya da hacklenmiş usunun kölesi olan öğrenci ilkin bir gerilla olmalıdır ki sanatın, edebiyatın kutlu yolunda sayılan halkalardan örülü zincirden ilelebet kurtulsun! Sanatçı, önce sistemlerle çarpışan gerilladır, mastürbatör bir bohem bok değil! Kurumsallaşmanın özüne balta vuran geçmişin isimleri bizim geleceğe çok sert dokunabilip onu değiştirebilmemiz için kullanılabilecek potansiyel güçtür.

Entelektüel ve politik olarak hür olamayan insanın özgür bir sanattan bahsetmesi mümkün değildir. Nihayet bugün sokaklara inen “sanat-sabotaj”dır ve verilen bir kavgadır! Nasıl yorumlanırsa yorumlansın ya da yetkin bir biçimde yorumlanamasın sanat, sabotaj, şiir ve çok şey tabansız da olsa bir “yeni”yi başlattı ve bu dağınıklık yerini yakın gelecekte daha fazlasına bırakacak…

(...)
1915’de sanat, manifestolarıyla sol kanat üzerinde hareketlenip savaşa karşı bir hareket başlatıyorken, şimdinin sanatının ve sanatçısının Ortadoğu ya da başka bir coğrafyada bir duyarsızlık geliştirdiğinden nasıl ki bahsedebilirsek, yeni sanatın üreticilerinin nerede durduğunu da çok net görebiliriz.

Duvarlara, adı bilinmedik sanat istasyonlarına yazılan yeni sanatın manifestosu kelimeler değildir belki de! En azından biz şiiri başka dillerin kelimeleriyle yazıyor ve okuyoruz hem de görebilene.

Şiir öldü yaşasın yeni şiir!
Fırça öldü yaşasın sprey!