Sinirden gülmek diye bir tabir vardır bizim ailede. Bu durum seneler önce Safranbolu'da annemin babama ait paracıklar dolu çantayı girdiğimiz bir dükkanda unutması sonrasında babamın dellenip anneme bağırması ile annemin sinirden gülmeye başlaması ile farkedilmiştir. Bu olaydan önce annemin gülmesine "deli be bu" diye yaklaşırdı babam.
Berfu ile ben büyüyünce de sanki daha iyi bir özelliği yokmuş gibi annemden bu huyu almışız. Bir erkek arkadaşımla kavga etsem misal, tartışma sırasında gülmeye başlayıp karşıdaki insanın sinirlerini iyice bozabiliyorum. "Gül sen", "daha çok gülersin", "ağlanacak haline gülüyorsun" gibi tabirleri de bu yüzden içselleştirdim.
Yalnız geçen gün yine Safranbolu'daki evdeyken gülme krizine girdim. Bu seferki farklı bir nedenden. Tıptan bütün ümidimi kesmiş bir insan olarak kronik "hebele hübele" hastalığımın ısırgan denen ne idüğü belirsiz, saçma ot parçası tarafından geçtiğini, babannemin de "hebele hübele" hastalığına sahip olması nedeniyle biliyordum. Babannem küçükken bi yel esmiş onu zatüre etmiş ve o da hebele hübele olmuş sonrasında. O bunun genetik bir hastalık olduğunu bilmiyordu tabi. İki sene önce cennetteki yerine gitmiş olan babannem zamanında yaptığı ısırgan dalatmasını şöyle anlatmıştır:
"Benim dizlerim hiç tutmaz olmuştu. Merdivenden inemez olmuştum. Anammm ne ağrılar o öyle. Bahçeden topladım ısırganı. Banyoya girdim. Küveti sıcak su ile doldurdum içine de duz attım. Gara duzdan attım amma. Orda bekledim biraz, sonra çıktım. Isırganı dizlerime dolayıverdim. Aberiii o ne acı öyle".
Seneler önce bu hikayeyi dinlemiş Berfu insanı babanneme "canım babannem, şeker babannem, elleri kınalı babannem ne kadar tuttun ısırganı bacaklarında" diye sormamıştır. Bunun mühim bir soru olduğunu geçen gün aynı olayı yapacağım anda farkettim.
Hebele hübele rahatsızlığını rabbül-bukelemun düşmanıma vermesin. İki kalçama ısırgan dalatmak ne zor işmiş anasını satayım. Ulen zaten her nane beni bulur. Acıların çocuğu emrah gibi 25 yaşımı zor ettim inanmazsınız. Bu dünyevi hayatta bir çok ağrıyı ve acıyı tattım, ısırgan da ne ki, tey tey... havasında olan ben, ısırganın üstüne oturunca anyayla konyayı gördüm.
Anneme kaç dal ısırgan topladın bahçeden diye sorduğumda annemin 4 diye cevap vermesi ve benim ısırganı roka gibi bir şey olarak düşünmem ve "amannn 4 dalmış, 4 daldan ne olacak, tey tey..." demem ve tek bir dalın bir metre uzunluğunda olması benim bünyeyi çıkmaza soktu.
Evde de eskiden soba vardı bizim. Böyle sobaya çalı çırpı atıp yakardık ve su ısınırdı. Neyse annemler bir önceki gelişlerinde o sobayı da atmışlar. Eee nasıl küvete gircem ben? Babannem demiş bi kere tuzlu sıcak suda durmam lazım. Onun da hal çaresini bulduk. Küvet yerine kırmızı leğen, soba yerine güğümde suyu ısıttık. Ardından hamama gitmişim gibi kırmızı leğenin içine oturup bekledim. İşin bu kısmı gerçekten kolay. Annen ile baban zaten seferber olmuş bana sadece leğene oturmak kaldı. 15 dakka boyunca leğende oturup su ile oynarken de annem o bahsettiği birer metrelik dalları yatağa koydu. Ulen roka gibi bir şey sandığım ısırganı görünce beni bir gülme tuttu. Katıla katıla gülüyorum ama. Babam dışarıdan "çocuk gülüyor hanım, bu iyiye işaret" derken ben sadece ısırganlara bakıp gülüyordum. Ağzımdan o anda tek bir cümle çıktı: "Berfu gibi oldum." (Berfu sebepsiz gülmeleri ile de meşhurdur aile içinde.) Yiğit ve Deniz'de de var aslında bu sebepsiz yere gülme özelliği. Babam her gereksiz şeyin Sünnahlarda toplandığını söyler zaten. Sünnah denilen kesim annemin tarafı oluyor. Sünnah olmak da zor iştir. Neden pekmez almadın, yemekte neden tavuk yoktu, yemek yedik eee çay nerede? gibi yemekle ilgili olan sorular hep Sünnahlardan çıkar. İşimiz gücümüz yeme içme bizim.
Neyse gereksiz gülmelerim geçince o çiğ ısırganın üzerine yattım. Nasıl bir histi tam olarak tarif edemiyorum. Her acının kendine göre bir skalası var sanırım. Düşünün ki acı +1'den +4'e kadar size girsin.
+1: Grip olmadan önceki kırgınlık hali, eklemlerin zonklaması
+2: Diresiğini kapının köşesine çarptın, hani bir nokta var ya çok acır ama x zamanda geçer.
+3: Diş ağrısı (antibiyotiği bastığın an geçer)
+4: Kronik hastalıklar (constant bir ağrın vardır. X Miks zamanda geçmez.)
Isırgan: Yok böyle bir şey. Her yerine dikenler batıyor. Sanki irin gibi bir şey çıkıyor vücudundan. Oturamıyorsun da üstüne... Kalakalıyorsun belli bir süre... Gözlerinden yaşlar akıyor. Ağlarsam annem de ağlar diyosun. Annen ağla diyor. Gözünden yaş akıyor. Hık hık yapıyosun... Annem hıçkırıyor. Annene bakıyosun gülerek ve ağlayarak "len sana ne oldu, ne ağlıyon?" diyosun.. Annen gülüyor.
İki saat boyunca ısırgan daladı beni. Hem de bu işlemi iki kez yaptım. Dün bu yazıyı yazmaya başladığımda yatakta ısırgan dalayalı 1.5 saat geçmişti.
Bu ısırganda acı baya yüksek ama magnet tedaviye benziyor. Magnet tedavi +,- kutupların olduğu magnetlerin vücudunuzun belli yerlerine vantuz gibi konulması sonucunda oluşan ısırılma hissi. Magnet tedavi (y) acı verirse ısırgan 100y acı veriyor. Böylece iyileşeceğim diye her bir boku denedim. Günde 6 ilaç alarak başladığım yolculuğa, reiki, yoga, meditasyon ve magnet tedavi ile devam edip ısırgan ile sonlandırdım şimdilik.
Bütün bu olanlardan anladığım her acı farklı can yakıyor bee.. Geçecek bu hastalık da geçecek. Bitti bile: iki ucu bir ortası kaldı!