31 Ekim 2009

Yedi Kıta Muh(a)biri

Yeni bir blog açtım. Hu huuu!!

Uluslararası haberleri Türkçe olarak azıcık yanlı, azıcık benim dilimden, azıcık da farklı bakış açılarından görebilmenizi istedim. Uluslararası İlişkiler, Siyaset, İnsan Hakları, Kadın Hakları, Çocuk Hakları, Devletler, Ülkeler, Müzik, Spor vb. konular...

Bir süre önce aynı konsept ile Adabasını'nda yazıyordum. Artık Yedi Kıta Muh(a)biri'ni kurdum. Yayınlanmasını istediğiniz haber nitelikli yazılarınızı mail atarsanız seve seve yayınlarım.

Bezis

18 Ekim 2009

Ailenin Internet Öğrenmesi

Bizimkiler şu 3G teknolojisine kendilerini adayarak eve bir Vınn aldılar. Abim olacak insan onlara hiçbir şey öğretmeden Adana'ya gittiği için de bizimkiler beni arayıp nasıl bağlanacağız, ne yapacağız gibi sorular soruyorlar... Kaç gündür babamı Vınn'la bir türlü internete sokamadım. Telefondan olmuyor be kardeşim. Babam bana şunu diyor misal:

- Evet ben şimdi tıkladım Vınn yazan yere... Hah bağlanıyor diyor. Bekleyin diyor. Bekleyin... Bekleyin... Bekleyin... Bekleyin...
+ Baba tamam bekliyorum tekrar etmene gerek yok.
- Hah bağlantınız da sorun var. Kesik ya da ot bok olabilir...
+ Baba telefondan yapamıyoruz bunu
- Dur kızım bir daha deneyelim..

3 kere deneniyor. Ama olmuyor. İzmir'de olsam 2 dakikamı alacak ama bağlanmayı bir türlü sağlayamıyorum. Neyse bugün komşunun kızından sonunda yardım istendi. Kendileri Vınn almışlar ama bilgisayardaki Internet Explorer dahi bulunamıyor. Annem ısrar ediyor, berfu ile konuşmakta kaç gündür. N'apcağımı şaşırdım burada. Komşunun kızı onlara neyin nasıl olacağını gösteriyor şu anda ama ne kadar söylenenleri akılda tutarlar onu da bilemiyorum.

Vınn denilen teknoloji henüz çok yeni olduğu için aslında çok da iyi değil. Yani tamam yanında taşıyorsun ve internete giriyorsun istediğin yerden eyvallah da artık bir çok kafede, pub'da zaten internet mevcut. Şifre direk söyleniyor müşteriye. Hadi onu da geçtim. Teknik sorunları var aletin. Bir kere garip bir şekilde yavaş çalışıyor. Bu yüzden de görüntülü arama ve konuşma yapmak belli yerlerde çok zor oluyor. Bu sorunu şimdi babamlarla bağlantı yaptığımızda yaşadım ve daha önce de S. adlı Ankara Dikmen'de oturan arkadaşımla "canlı bağlantı" yapamayınca yaşadım. Kameranın internet hızından dolayı tam çalışmıyor olması bir kere çok saçma çünkü bizimkilerin ana amacı şu an Berfu ile ve 3 ay sonra da ben ile görüntülü konuşmayı başarmak...
Turkcell'in kendini geliştirmesi temennisi ile..

Sözümü bitirirken anneme telefonda bilgisayar hakkında hiçbir laf edemeyeceğimi anladığım konuşmayı aktarıyorum:

+ Annecim messenger'ı masaüstüne kurarsınız daha rahat bulursunuz. Uğraşmazsınız aramakla bilgisayar içinde.
- Salondaki masanın üstünde zaten bilgisayar, aramıyoruz.

Seviyorum len sizi ailem benim! Deli de etseniz pek bir şirin ediyorsunuz, insan tam kızamıyor.

15 Ekim 2009

Ne Zitime Doğdun Yiğit?

Kuzenlerin iki hasından biri olan Yiğit'e Berf tarafından gönderilmiş kartı "use of abuse" ve "infridgement" gibi kelimelere rağmen bloga koyuyorum. Sıkıyorsa dava açsın kartın sahibi/gönderen...

Ha harbi Yiitcim doğa doğa ancak Türkiye'de doğmuşun. Oysa biz senden bir Somalilik bir Mozambiklilik beklerdik.

Yarın davul zurna eşliğinde Yiğit'in doğumgününü kutluyor olacağız. Şimdiden söylüyorum iki biradan fazla içmem agalar... Dün gece şarabı ver etmişim bünyeye, başım çatlıyor. Ar damarımın çatlamasından iyidir zaar.

11 Ekim 2009

Hayyamiyiz Biz Kendi Cennetimizde!!


(Ömer Hayyam olmaya kasılmış daha çok bir
keçiyi andıran minyatür havalı çizim)

Ömer Hayyam'ın Rubaileri elimde bir süredir. Evirip çevirip bakıyorum aklıma geldikçe. Biraz araştırma yaptım hakkında ve genelde zevk pezevengi denilecek tarzda yazılar mevcut kendisi hakkında. Hatta ahiret ya da tanrı inancının olmaması, dünyevi değerlerle hareket etmesinden bahsetmişler çoğu yerde.

Aslında ben dörtlüklerinde şunları buldum: Kendisinin Tanrı inancının olmadığını değil aksine olduğunu, şarap içmenin bu inancı yok etmeyeceğini aksine tanrı varsa eğer rahmeti ile Hayyam'ı kucaklayacağını, iş bu nedenden Hayyam'ın rubailerde tanrı ile şarap arasında gidip gelmesinin caiz olduğunu...

Hayyam Kemal Kara tarih kitaplarından öğrendiğimiz 1040 Dandanakan Savaşından sekiz sene sonra İran'da dünyaya gelmiş. Kendisi aslında şiirleri ile falan tanınıyor değil. Bir bilim adamı sıfatı var. Matematik ile arası baya iyi. Hayatına muhtemelen ki çok kadın girmediği için de kendisini şarap'a vermiş.
(Tarikatlar kralı Hasan Sabbah'ı bir baletmiş edasıyla görüyoruz)

Bir de Hayyam'ın garip arkadaşları var o dönemde. Hasan Sabbah... Ismini görünce yok artık dedim. Hasan Sabbah İranlıdır. Kendisinin dini öğretileri felaket kuvvetli olduğu için tarikatlara bulaşmış bir şahsiyettir. Uluslararası İlişkiler'de Sabbah'ın ismi terör çalışmalarında sıkça anılır. Müminlerine haşhaş ve işte dönemin diğer uyuşturucu çeşitlerinden içirerek/yedirerek terörist eylemler yaptırdığı söylenir. Bu eylemler genel olarak Sünni olan kesime yöneliktir. Ömer Hayyam'ı bir yana bırakarak Sabbah'tan azıcık daha bahsetmek istiyorum. Hasan Sabbah sayesinde İngilizce lügatına çok güzel bir kelime olan "assasination" geçmiştir. Assassin'in birbirini tamamlayan iki anlamı vardır. Assassin kimi kesimlerce "the followers of Hassan" (Hasan'ın müridleri) demektir. Kelimenin diğer türediği yer ise haşhaş yani haşhiş (ing: hashshasin-assassin) den gelmektedir. Şimdi bu Assassin'ler haşhaş alıp bilinçsiz bir şekilde kendi hayatlarına kıyarken aynı zamanda da öldürmek istedikleri adamları lime lime ettikleri için assasination kelimesi oluşmuştur. (Baya karışık anlattım sanırım işte siz asasin ve assasination kelimelerinin haşhaş kelimesinden doğru çıktığını bilin yeter.)

Tanrı inancı olmadığı söylenen Hayyam ile tarikatlar reisi Sabbah'ın kanka olarak 11.yy'da dolaşmasına bu yüzden biraz şaşırırım aslında. Eğer arkadaşlarsa Hayyam'ın bu kadar hayali/sanrılı (delusional) yazmasını da Sabbah ile haşhaş alemi yapmalarına bağlayabilirim. Yani hem tanrıdan bahsedip hem de ziterim tanrısını bana şarap ver şarap! demek biraz abes ile iştigal oluyor. Bir de Nizam-ül Mülk'ün de onların arkadaşı olduğu yazıyor bazı kaynaklarda. Ancak bu şahısın arkadaşlığı biraz şaibeli çünkü Nizam Sabbah'tan 40 yaş kadar büyük. Aynı medresede eğitim aldıkları söyleniyor ki Nizam eğer Sabbah ve Hayyam ile aynı medresede 40 yıllık farka rağmen eğitim aldıysa hangi ara veziriazam oldu onu da bilemiyorum?

(Apollo'nun tipine gel!)

Hayyam'ı okurken aklıma Eski Yunan dönemi de geldi aslında. Şimdi adama sefa pezevengi dedik ama olumlu anlamda kullandık biz bu kelimeyi. Kendisi dünya zevklerinden, özellikle de şaraptan büyük keyif alan bir şahsiyet. İş bu nedenden bence haşhaş almadan kafayı bulması daha muhtemeldir. Eski Yunan'da geçen ve daha sonraları Nietzsche'nin değindiği Tanrı Diyonisos ve Apollo tam da Hayyam'ın yaşadığı hayatı ele alıyor bence. Diyonisos Şarap Tanrısıdır ve onun karşısında da Apollo durur. İkisinin de Zeus'un çocukları olduğu söylenir. Apollo'nun erkek olduğu Diyonisos'un ise hem kadın hem adam olduğu söylenir (hermafrodit anlamında değil sanırım bu söylem. O döneme göre incelemek lazım, bilemeyeceğim). Apollo ise güneşi temsil eder. Akıl, mantık, bilgeliğin de temsilcisidir. (Nietzsche bu iki tanrıyı sanat ekseni altında incelemiştir, o kısma girmiyorum). İşte Tanrı Diyonisos da Hayyam gibi zevk ve sefanın peşindedir. Kaldı ki şarap tanrısı olmasından dolayı güzel sükse yapmıştır ortamlarda. Baccus diye bir de lakabı vardır Diyonisos'un. Apollo ise hem tanrılık rahmetini veren hem de kötü olaylara neden olabilen göt bir tanrıdır gözümde. Ancak insanda hem Apollo hem de Diyonisos birlikte uyumu sağlarlar. İşte bu yüzden ki Hayyam Apollo'nun rahmetinden de kendini dışlayamaz.

Hayyam'ın bir kaç dörtlüğü ile bu yazıyı sonlandırayım artık:

Biz aşka tapanlarız, müslüman değil;
Cılız karıncalarız, Süleyman değil;
Biz eskiler giyen benzi soluklarız:
Pazarda sırma satan bezirgan değil.
.....
Neredesin? Sana başkaldırmışım işte;
Karanlık içindeyim, ışığın nerede?
Cenneti ibadetle kazanacaksam
Senin ne cömertliğin kalır bu işte?
......
Şarap içip güzel sevmek mi daha iyi
İki yüzlü softaları dinlemek mi?
Sarhoşla aşık cehenneme gidecekse,
Kimselerin göreceği yoktur cenneti.
.....
En büyük söz Kuran bile
Arada bir okunur besmeleyle
Kadehteyse öyle bir ayet var ki
Okur insan her zaman, her yerde

O kadar gaza geldim ki Hayyamgillerden olup kendi cennetimi kurmaya karar verdim. Apollo'ya da "ya bi siktir git Apo.. veriyon ara gazı insanlara, sonra olan bana oluyor anasını satayım. Hadi Apo senin yerin bura değil.. Burada içki var, eğlence var" demek istiyorum.

9 Ekim 2009

Until the End of the World

Hollywood-Bollywood hastası değilseniz ve arada Alman, Fransız, İspanyol filmleri izleyebilen bir bünyeniz varsa Deniz'in bir önceki yazıda bahsettiği Wings of Desire adlı filmden önce ya da sonra izlenmesi gereken ikinci film Until the End of the World'dür (Bis ans Ende der Welt). IMDB manyağı filme 6.6 puan değer biçmiş, hah biz onların 7.8 dediği filmleri de biliyoruz zaten. Film fazlasıyla eleştirilmiş ve beğenilmeyen yanları olmuş. Ben buna ancak ağzının tadını bilmeyen eleştirmenler çıkmış piyasada vık vık konuşuyor derim.

Until the End ofthe World öyle hap gibi bir şey değildir. Yavaş yavaş, sindire sindire izlenmesi gerekir. Modunuzu izlemek için ayarlamanız her şeyin ötesinde önemlidir. Sonuçta Western filmi değildir kendisi. Bir süre sonra filmi müzikleri için de izlemeye başlarsınız. Hatta Wim Wenders gözümde Almanların hası olmuş ve soundrack'te R.E.M'i, U2'yu, Talking Heads'i dinletiştir. 1991 yapımı olan film 1999'da Hindistan'ın nükleer bir satalayt'ı düşürmesi konusuyla başlar. Aslında gariptir ki bu ön bilgi filmin hiçbir noktasını anlatmaz. 3cd'lik uzunca bir filmde istemediğiniz kadar dünyadan mekan görüp, garip hayatlarla karşılaşabilirsiniz. Wim Wenders filmi 5 saat yapmak isteyerek bütün hikayeyi anlatmak istemiştir ancak yapımcı filmi keserek 2.5-3 saat arasına sıkıştırmıştır. Şu an filmin üç ayrı versiyonu bulunmaktadır. Eğer 5 saatlik halini izlemek istiyorsanız sanırım İtalyan versiyonunu izlemeniz gerekiyor.
Filmin bir noktasında ağlarsınız belki de. Niye bilmem Wim Wenders'ın hangi filmini izlesem hık hık diye ağlayasım geliyor benim. Hatta gözyaşlarımı tutamıyorum bile. Dün gece de kuzenlerle içtikten sonra felaket yalnız kalmak istedim aslında ama arkadaşım S. bırakmadı bir türlü, yapıştı yakama. Sonuç Kızılay'da yürümeye başlamamız oldu. Bir noktasında kulaklıkları çıkarıp Until the End of the World'ün soundtrack'lerini dinlemeye başladım. Hava karanlık, gece olmuş çoktan... Dünya bir garip geldi bu müzikler eşliğinde... Nasıl tanımlasam? Eksik!
Hani hep bize öğretmişler ya: önce okuyacaksın, sonra üniversiteyi bitirirken birisini bulacaksın-o ara bulamazsan iyi adamlar kapılır- sonra iş bulacaksın, işin ilk senesinin sonunda da evleneceksin. Evlenip bir de çocuk koydun mu ortaya ohh daha ne istersin? Ne isterim(iz). Yok öyle bir hayat tarzı bende. Yani tabi ki de mavi bir gezegende yaşamayı falan düşünmüyorum. Dünya'da olduğumun da gayet farkındayım ama adam yok olum piyasada, kalmamış. Hepsinin bir marazı var anasını satayım. Annemi dinleseydim eğer 2. sınıftaki birlikteliğimi hiç bitirmezdim. Salaklık işte, nereden bileceksin iyilerin kapılacağını?
Ama bazen de düşünüyorum, eğer bu kurduğum mantık hatunlar için de geçerliyse o zaman ben de çürüğüm len, ben de evde kalmadım mı sanki? Bazen de diyorum filmdeki Claire Tourneur gibi olmak istiyorum ben diye. Peşinden gitmek her şeyin, istediğini yapmak, dünyanın sonuna kadar hayatı yakalamak, yakaladığını sanmak... Bazen ise Sam Farber (William Hurt oynuyor onu) gibi olsam diyorum... Bir idealim olsa, birileri için bir şeyler yapsam. Arada aşk beni bulsa, ben kaçsam, sonra tekrar bulsa...

(Bu gentlemen gibi olmak istemiyorum ama.. yok istemiyorum)


Benim gibi çok kolay aşık olduğunuzu sanıyorsanız işiniz daha da zor oluyor. Ama aşk güzel bir vaka yahu! Gerisini siktir edin..

4 Ekim 2009

Berlin'in Gökyüzü*


Bir kez olsun ciddi olmalı.

Çok yalnızdım ama hiç tek başıma yaşamadım.
Biriyle olduğumda genelde memnundum ama bunu hep bir tesadüf sandım;
bu insanlar benim ailemdi ama başkaları da olabilirdi.
Neden o kahverengi gözleri olan kardeşimdi de şu karşıda öylece duran yeşil gözlü adam değil?
Taksi şöforünün kızı benim arkadaşımdı ama yerine kollarımı bir atın boynuna da dolayabilirdim öyle değil mi?
Bir erkekle birlikteydim hatta aşıktım ama onu aniden terk edip o anda sokakta karşıdan gelen yabancı bir erkekle de kaçabilirdim.

Bana ister bak ister bakma, ister elini ver ister verme.
Hayır bana elini verme, uzaklaştır bakışlarını!

Sanırım bugün yeni ay var;
gece pek sakin değil. Yine de şehirde hiç kan akmayacak.

Ben hiç kimseyle oynamadım,
buna rağmen hiçbir zaman gözlerimi açıp şöyle de demedim;

İşte şimdi ciddi
.
Nihayet ciddileşiyor.

Böylece yaşlandım işte.
Yalnız ve ciddi değildiler, zaten zaman ciddiyetsizdir.
Hiç yalnız kalmadım, ne tek başımayken ne de biriyle birlikteyken.
Aslında artık yalnız olmak isterdim,
çünkü yalnızlık
artık bir bütün olmak
demektir.

Artık bunu söyleyebilirim;
bu gece işte, ben de nihayet yalnızım!
Tesadüfler artık bitmeli.
Yeni ay, karar vermenin 'yeni ay'ı.
Yazgı diye bir şey var mı bilmiyorum ama karar vermek diye bir şey var,
karar ver!
Bak biz 'zaman'ız şimdi;
sadece bütün şehir değil, bütün dünya bizim bu önemli kararımızın parçası.

İkimiz iki kişi olmaktan da öteyiz; bir şeyleri oluşturuyoruz.
Seninle halkın yerinde oturuyoruz
ve meydan bizimle aynı dilekleri paylaşan bir sürü insanla dolu.
Oyunun kurallarını biz belirliyoruz.

Ama şimdi sıra sende,
oyun sende,
ya şimdi ya da asla!

Bana ihtiyacın var, bana ihtiyacın olacak.
Bu, ikimizin hikayesinden daha büyük bir hikaye;
bu erkeğin ve kadının hikayesi;
bu devlerin hikayesi olacak!
Bu görünmez ama aktarılabilen yeni bir neslin hikayesi olacak.

Bak, gözlerime bak! Onlar zorunluluğun resmidir.
Buradakilerin geleceğinin resmi...

Dün gece rüyamda o yabancıyı gördüm.
Yani kocamı.
Ben bir tek onunla yalnız olabilirim,
sadece onun için alabildiğine açık olabilirim.
Bütün olarak içime alabilirim onu,
onu paylaşılan mutluluğun labirentiyle sarmalayabilirim.

Biliyorum.
O sensin...
* Wim Wenders'ın bu muhteşem filminin orijinal adı: Der Himmel Über Berlin. Başlık bana ait. 'Gökyüzü' kelimesinin takı kabul etmez, içeriğine birebir uyan özgürlüğüne bayıldığım malum.

** Filmin benim için en vurucu repliğinin hazır yazılmış halini şurada bulmak çok güzel oldu. Fakat bence bu bir şiirdir, bu nedenle ona göre bazı noktalama işaretleri, düzeltmeler ve boşluklar ekledim naçizane. Açıkçası Türkçe çevirisinin pek iyi olduğunu düşünmüyorum ama derin içerik daha önemli olduğundan yayınladım yine de.

***Filmi bana uzun zaman önce öneren Beyza'ya teşekkürü bir borç bilirim. Biraz ağır bir film, İngilizce altyazılı izleyince biraz daha ağır oluyor hatta. "Aşka dair replikleri en derin olan film" sıralamamda birinciliği Before Sunset ile paylaşacaklar artık. Özellikle şiir sevenlere şiddetle tavsiyemdir.

**** Şurada da yazdığı gibi; kamera şiir ritminde hareket ediyor. İzleyin, şiiri seyredin…

Gandi'yi Anarken


Gandi'nin doğumgünü de geçti 2 Ekim'de... Yazacaktım hatta yazdım bir şeyler ama bu ara "kaydı yayınla" butonuma elim gitmiyor yahu. Neyse aslanımızsın ve hatta kaplanımızsın Gandi. Şiddete karşıt olan görüşleri ve tavırlarıyla her zaman tek bir Hindistan hayali kuran bir insandır kendisi. Ancak tek bir etnik yapılanma ile değil multi-etnik bir yapıda birliği savunur. Savaş, şiddet gibi kavramların halkları birbirinden uzaklaştırdığına inanır.

Pakistanlı bir arkadaşım A.R.'ye geçen gün Gandi Pakistanlılar için ne ifade eder diye sordum? Kendisi ılımlı Pakistanlıların Gandi'yi sevdiğini ve onun öğretilerini doğru bulduklarını, ilk ayrım başladığında bile bu insanların Hindistan'dan ayrılmak istemediğini söyledi. Peki radikal Pakistanlılar neden sevmez Gandi'yi dedim? Bunun nedeninin ise Gandi'nin bütünleşmeye yönelik sözleri olduğunu söyledi.

Gandi döneminde iktidarda olan Nehru yüzünden bugün Gandi'yi pek de iyi tanımıyoruz aslında. Nehru'nun ağır politikaları yüzünden Gandi'nin barış yanlı görüşleri de o dönemde hafife alınmıştır. Ancak ikinci dünya savaşı sırasında bile Third Worldist Approach adı altında savaşa girmemeyi, savaşın gelişmemiş ülkeler için çok ağır sonuçları olacağını savunanlar arasında gelir Gandi...

Kendisini saygı ile anıyorum. O ki insanlığın nasıl olması gerektiğini, insan olmanın, erdemli olmanın, eğitimin önemini savunmuş bir insandır. Ve yine o ki barışçıl bir felsefe gütmüştür. Gandi'nin ağzından kimse için "la olum senin için de onla bunla takılıyor diyorlar" gibi bir laf duymadım mesela ben. İncecik fiziksel hatları ve kuşandığı o kıyafetle dünyadaki pek çok liderden hatta hemen hemen hepsinden daha iyidir benim gözümde.

Yürü be Gandi iyi ki doğdun!