9 Ekim 2009

Until the End of the World

Hollywood-Bollywood hastası değilseniz ve arada Alman, Fransız, İspanyol filmleri izleyebilen bir bünyeniz varsa Deniz'in bir önceki yazıda bahsettiği Wings of Desire adlı filmden önce ya da sonra izlenmesi gereken ikinci film Until the End of the World'dür (Bis ans Ende der Welt). IMDB manyağı filme 6.6 puan değer biçmiş, hah biz onların 7.8 dediği filmleri de biliyoruz zaten. Film fazlasıyla eleştirilmiş ve beğenilmeyen yanları olmuş. Ben buna ancak ağzının tadını bilmeyen eleştirmenler çıkmış piyasada vık vık konuşuyor derim.

Until the End ofthe World öyle hap gibi bir şey değildir. Yavaş yavaş, sindire sindire izlenmesi gerekir. Modunuzu izlemek için ayarlamanız her şeyin ötesinde önemlidir. Sonuçta Western filmi değildir kendisi. Bir süre sonra filmi müzikleri için de izlemeye başlarsınız. Hatta Wim Wenders gözümde Almanların hası olmuş ve soundrack'te R.E.M'i, U2'yu, Talking Heads'i dinletiştir. 1991 yapımı olan film 1999'da Hindistan'ın nükleer bir satalayt'ı düşürmesi konusuyla başlar. Aslında gariptir ki bu ön bilgi filmin hiçbir noktasını anlatmaz. 3cd'lik uzunca bir filmde istemediğiniz kadar dünyadan mekan görüp, garip hayatlarla karşılaşabilirsiniz. Wim Wenders filmi 5 saat yapmak isteyerek bütün hikayeyi anlatmak istemiştir ancak yapımcı filmi keserek 2.5-3 saat arasına sıkıştırmıştır. Şu an filmin üç ayrı versiyonu bulunmaktadır. Eğer 5 saatlik halini izlemek istiyorsanız sanırım İtalyan versiyonunu izlemeniz gerekiyor.
Filmin bir noktasında ağlarsınız belki de. Niye bilmem Wim Wenders'ın hangi filmini izlesem hık hık diye ağlayasım geliyor benim. Hatta gözyaşlarımı tutamıyorum bile. Dün gece de kuzenlerle içtikten sonra felaket yalnız kalmak istedim aslında ama arkadaşım S. bırakmadı bir türlü, yapıştı yakama. Sonuç Kızılay'da yürümeye başlamamız oldu. Bir noktasında kulaklıkları çıkarıp Until the End of the World'ün soundtrack'lerini dinlemeye başladım. Hava karanlık, gece olmuş çoktan... Dünya bir garip geldi bu müzikler eşliğinde... Nasıl tanımlasam? Eksik!
Hani hep bize öğretmişler ya: önce okuyacaksın, sonra üniversiteyi bitirirken birisini bulacaksın-o ara bulamazsan iyi adamlar kapılır- sonra iş bulacaksın, işin ilk senesinin sonunda da evleneceksin. Evlenip bir de çocuk koydun mu ortaya ohh daha ne istersin? Ne isterim(iz). Yok öyle bir hayat tarzı bende. Yani tabi ki de mavi bir gezegende yaşamayı falan düşünmüyorum. Dünya'da olduğumun da gayet farkındayım ama adam yok olum piyasada, kalmamış. Hepsinin bir marazı var anasını satayım. Annemi dinleseydim eğer 2. sınıftaki birlikteliğimi hiç bitirmezdim. Salaklık işte, nereden bileceksin iyilerin kapılacağını?
Ama bazen de düşünüyorum, eğer bu kurduğum mantık hatunlar için de geçerliyse o zaman ben de çürüğüm len, ben de evde kalmadım mı sanki? Bazen de diyorum filmdeki Claire Tourneur gibi olmak istiyorum ben diye. Peşinden gitmek her şeyin, istediğini yapmak, dünyanın sonuna kadar hayatı yakalamak, yakaladığını sanmak... Bazen ise Sam Farber (William Hurt oynuyor onu) gibi olsam diyorum... Bir idealim olsa, birileri için bir şeyler yapsam. Arada aşk beni bulsa, ben kaçsam, sonra tekrar bulsa...

(Bu gentlemen gibi olmak istemiyorum ama.. yok istemiyorum)


Benim gibi çok kolay aşık olduğunuzu sanıyorsanız işiniz daha da zor oluyor. Ama aşk güzel bir vaka yahu! Gerisini siktir edin..