27 Mart 2006'da msn alanıma yazdığım bu yazıyı burada, tekrar paylaşmak istedim. Çünkü ben yine çok özledim..:-/
Ankara neden özlenir? İstanbul gibi bir şehir dururken kim Ankara'ya dönüp gelir? İstanbul'dan bir an önce ayrılıp Ankara'ya kavuşmak kim ister?
Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda Ankara'ya gelmek ve burada yaşamak zorunda kalan milletvekillerinin yazılarını, şiirlerini görmüşsünüzdür mutlaka. Denizi olmayan bu şehirden çöl diye bahsederler. Haklılardır. Çöldür belki gerçekten de. Hele 1920li yıllarını düşünemiyorum.
Ben Ankara'yı çok özleyenlerdenim. İstanbul'dayken de, başka bir şehirdeyken de. Memleket hasreti değil, çünkü memleketim değil. Çok eğlenceli, çok dolu dolu bir yaşam veriyor, hiç sıkılmıyorum desem, yalan. Kocaman, yemyeşil parkları, müthiş bir doğası, şehir içinde çok sevgili belediye başkanımızın yaptırdığı sanat harikası havuzları, bahçeleri var desem, külliyen yalan. (En sonuncusunu dersem çok büyük günaha girerim, böyle büyük yalan söylenmez, cehenneme gidersin mazallah!). E, İstanbul'da kaldığım iki ay boyunca neden "ah bir dönsem" dediğim şehir Ankara oldu peki?
Çünkü evim burada. Kardeşim, kuzenlerim, arkadaşlarım, dostlarım burada. Yeter mi? Yetmez. Hepsini alıp İstanbul'a götürsek, tam emin değilim ama, Ankara derim yine. Tabi onları tekrar yanımda getireceğim!
Çünkü özgürlüğümün 'al tepe tepe kullan' diye ellerime bırakıldığı şehir burası. Üniversiteyi okuduğun şehir, her zaman en sevdiğin şehir olarak kalacaktır demişlerdi. Doğrudur. Çünkü, istisnalar dışında, insanın hayatının 'altın çağı' üniversite yıllarıdır. Yaşarken güzel gelmemiş olabilir. Ama eminim bir süre sonra fazlasıyla özlenir.
Aileniz sizi ne kadar özgür filan yetiştirmiş olsa da, onların yanından ayrılıp kendi ayaklarınızın - gerekirse de başınızın - üzerinde durmaya başladığınız da farklı bir özgürlük tadı alıyorsunuz. Önce bir sapıtma dönemi yaşamak gerekiyor illa ki. İlk iki sene sapıtarak geçiyor. Her ne kadar sonradan pişman olduğum, yıllar sonra yüzüm kızararak hatırlayacağım şeyler yapmış olsam da, aslında en çok eğlendiğim yıllar o sapıtık döneme denk gelir. Şöyle ilginç, sözsüz bir anlaşma vardır sapıtmış ama durulmuş kişiler arasında. "Sen benim o dönemlerimi unut, ben de seninkini unutayım. Hiç bahsetmeyelim, en iyisi bu". İyi bir anlaşma, her iki taraf için de karlı!
Sapıtma özgürlüğü dediğim bu dönemde her bi bok yenir. Alkolün, küfürün, manyak erkek/kız arkadaşın, uçuşların, coşuşların, tabu duvarlarının .mına konulur. Ama bu sadece görünür taraf. Bu zamanlar sanki içimden biri çıkmış da, uzaktan beni seyredip not alıyormuş gibi gelirdi. O zamana kadar hiç yaşamadığım bir çok durumun içinde buldum kendimi. Öyle birşey ki, istediğiniz kadar okuyun öğrenin, sadece uygulaması olan bir ders bu. O durumlarda bulunmadıkça, o olaylar başınıza gelmedikçe, kendi tavrınızın/tepkinizin nasıl olacağını önceden kestirmenin imkanı yok!
Yani diyorum ki, sapıtma dönemi, insanın kendisi hakkında not aldığı dönemdir. Sonra da bu notları hayatınız boyunca kullanırsınız.
Belki lisede veya daha öncesinde/sonrasında sapıtmış-durulmuş olanlar vardır. Ama ben, birkaç arkadaşımla birlikte, bu zamanları üniversite yıllarının ilk iki senesinde yaşadım. Ankara'da yaşadım. O meşhur notlarımın geçtiği mekanlar hep Ankara'ya aittir. Beytepe'dir, Limon'dur, Gölge'dir, Konur'dur, Sakarya'dır...Bir olay/durum, tek başına bir şey ifade etmez. Müzikten, kokuya, havanın sıcaklığına kadar her şeyi hatırlamanız gerekir o anı hatırlayabilmeniz için. Ve en önemlisi de o mekanı, o şehri hatırlamalısınız.
Belki biraz yaşlanmış gibi konuştum. Yaşlanmışımdır belki, kimin yaşı gerçek yaşı ki? Ama onunla ilgili değil, gerçekten. Henüz geçen sene mezun oldum. İş arayacağım, kendimi daha hiç tanımadığım bir sürü yerde bulunacağım, yine notlar alacağım. Daha işim bitmedi, bitmesin de. Ama, bu süreç Ankara'da yaşadığımdan farklı olacak.
Evet, ben 'kendim' deyince en çok Ankara şehrini hatırlıyorum. Sapıtmış, yaralanmış, ayağa kalkmış, vurmuş, durulmuş; sonunda az çok kendini bulmuş 'kendim'. İşte ben Ankara'yı, ne olursa olsun, bu yüzden özlerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder