25 Ocak 2010

Eski Yunan'dan Bir Kaç Kitap

Ankara çok soğuk... Hala kar yağmadı gitti.. Gerçi yağmasını da istemiyorum.. Her yer çamur olacak sonrasında. İki günü odamda geçirerek hastalandım desem inanır mısınız? Ben böyleyim işte, odadan çıkmayınca hastalanıyorum. Öğleden sonraya doktora yeterlilik sınavının gözetmeni olmasaydım daha da çıkmazdım...

Aslında söyleyecek çok lafım var ve hiç lafım yok... Balmorhea adlı bir grubu keşfettim, kahve eşliğinde onları dinliyorum. Önümde The Classical World adlı kitap açık duruyor. Makedon kralı Philip'in oğlu Alexander the Great (Büyük İskender)miş mesela. Ve Alexander'ın hocası Eski Yunan filozofu Aristoteles'miş. Kitabımızın yazarı Layne ise bu konuda güzel bir söz söylemiş:

....[Aristoteles]the most wide-ranging mind teaching the world's greatest conqueror-to-be.
Eski Yunan tarihi ve epikleri de çok ilgi çekici aslında. Geçen gün okuduğum Homer(os) ile ilgili olan bir kitapta da Homer'in kahramanlarının hiçbir zaman düşünmediklerine ve bilinçsiz bir şekilde hareket ettiklerine değiniyordu. Herakles'in o kadar güçlü bir şekilde yakıp yıkmasının nedeni de düşünmemesiydi sanırım.

Oysa ki biz insanoğlu hiçbir epikten çıkmadığımız için düşünüyoruz. Düşünmeden yakıp yıkmak mı daha doğrudur bilemedim şimdi...

Elimde olan ve henüz incelemediğim bir diğer kitap/oyun ise Aristophanes'in Lysistrata'sı. Sizin için google books'ta buldum efendim. Ama bu tip oyunları internet ortamından okumanızı tavsiye etmem... Bana sorarsanız işin eğlencesi yavaş yavaş ve her cümleyi sindirerek okumaktır. Kitabı incelemediğimi söylesem de yalandı, kabul ediyorum. Azıcık ucundan baktım geçenlerde. Ve hafif erotizm içerikli yazılar olduğunu gördüm, ancak ne kadar doğrudur bilemiyorum. Oyunun üzerine bir araştırma yaparsanız da Lysistrata'da kadının rolü/ kadının önemi gibi yazılarla karşılaşabilirsiniz. Şimdilik tesadüfen bulduğum bir kısım ile yetinin:

What'll I do? No one to screw!
I've lost the sexiest girl I knew.
My cock is an orphan,
it couldn't be worse.
I've just have to get him
a practical nurse.

16 Ocak 2010

Nasıl Acı Çekilmez?

Yaklaşık dört beş aydan beri, belki de daha fazla süredir, nasıl içime dönebilirim, özü yakaladığım zaman nasıl bir hayat yaşamam gerekir diye düşünüyorum? Hatta bunu Berfu ile bir kaç kez konuşmuşluğumuz bile var...
İnsanların yaptıklarına ve kendi yaptıklarımıza üzülmeme noktası nasıl sağlanabilir? Fiziksel acıyı bir şekilde atlatabiliyor insan ama duygusal ya da vicdani acıyı atlatmak çok uzun zaman alıyor. Bütün bu arayışlar sırasında, Budizm'e olan yatkınlığımla, google'da ve Ted Talks'ta araştırmalar yapmıştım.

Mesela Ted Talks'taki Habits on Happiness adlı konuşmanın ilk 10 dakikası tamamen benim arayışımı anlatıyordu. Nasıl mutlu olabilirdim? Mutluluk önemli miydi? Haz ne zaman vardı, ya da haz neydi? Acı çekmek doğada var mıydı?

Doğa'da olan bir olaydan arınmanız çok zordu. Matthieu Ricard bu konuda "hiç kimse sabah kalkıp da bugün acı çekecek miyim?" diye düşünmez diyor. Evet, genelde ben de düşünmüyorum. Ama canınızın gerçekten sıkkın olduğu ve bir türlü içinizden atamadığınız, atlatamadığınız bir durum varsa, o zaman güne hiç sorgulamadan kötü başlayabiliyorsunuz. Ricard'a göre ne hayal ediyorsak o bizim mutluluğumuzla ilgilidir. Ve Doğu ile Batı arasında mutluluğun tanımları farklıdır... Bazılarına göre mutluluk muhafazakar bir duruşla geçmişteki Altın Çağı temsil ederken diğerleri için mutluluk geleceği ve bazıları için ise şimdiki zamanı temsil edebiliyor.

Bundan aylar önce dinlediğim Ricard'ın konuşması somut bir şekilde "nasıl içe dönmeliyim?" sorusunu kavrayabilmemi sağlaMAmıştı. Ta ki, çok akıllı ve başarılı bir arkadaşım olan Esra'nın yeni blogundaki şu yazıyı görene kadar... Esra kısa bir şekilde, kendi çıkarımlarıyla bir makaleyi özetlemiş. Makalenin aslı için buraya bakabilirsiniz. The Zen of Eating adlı yazı "yeme alışkanlığından" yola çıkarak Budda'nın hayat felsefesine giriyor... Daha da öteye gidip herkesin kendi kendine soracağı sorulara cevaplar veriyor.

Benim aylardan beri kendime sorduğum soru: Nasıl üzülmeyi engelleyebilirim? Nasıl mutlu olabilirim? Ve nasıl kendimi tanıyabilirim'di.

Bütün bu sorulara yanıt olarak Ricard'ın videosuyla birlikte bir çok sonuca ulaştım. Bunlardan belki de ilk ve en önemlisi:
  • İnsanlar her zaman ve her koşulda mutlu olmayı isterler, ancak sürekli bir mutluluk yoktur. Bu yüzden de uçlarda hareket etmemek gerekir. Çünkü uçlarda dolaşırsanız batarsınız. Buddha'ya göre en iyi yol "Middle Path" diye tabir ettiği yoldur. Ve bu yoldaki ana amaç şimdiki zamanı, o anı yaşamaktır.
Bu sabah kalktığımda aklımda iki gün öncesinden olan bir kaç olay mevcuttu. Kafada kurmayı, üzerine düşünmeyi ve hatta insanların ağzından konuşmayı çok seven bir insanım. Ve gene karşımdaki insanların ağzından konuşmaya başladım... (Eğer yaşadığınız olaylar trajikse, neden böyle oldu, nerede hata yaptım gibi sorgulamalar bu konunun içine giriyor.) Fark ettim ki farklı bir zaman diliminde gidip geliyorum. Kendimi durdurdum ve bu ana dön, n'apıyorsun? Geçmişi ya da olabilecekleri bırak... Geçmiş de gelecek de aslında iki uçta duruyordu... Mutsuzluğu engellemek için bulunduğunuz anı fark edin!!! Tadını çıkartın demiyorum, fark edin!!

  • Buddha'ya göre "tadını çıkartmak" da bir şekilde uç'a gitmektir. Ona göre haz/zevk nasıl bir uçtaysa acı çekmek de diğer uçta duruyor, anladığım kadarıyla ve makalede diyor ki:
Unlike you and me, the Buddha did not bounce back and forth between the 
extremes of indulgence (overeating)and deprivation (restricted eating). 
He realized that either extreme was a painful and unproductive path. 
Yes, he did have some glorious moments, but they didn't completely dispel 
his desire for lasting peace and security. You've probably had your share of 
blissful moments too (great food, great sex, vacations, etc.). 
But when it's over, it's over, and you find that the same old empty feeling 
is still there.

Makaleye göre Buddha kendisini bütün bu acıdan ya da hazdan sadece olayları gözlemleyerek ve

hiçbir şekilde müdahale etmeyerek kurtulmuş. Amerika'nın ikincidünya savaşı öncesi izolasyon

politikasına çok benzettim ben bu olayı. Kendi içinize dönün ve acı çekmek ya da zevk almak

istediğiniz zaman durup kendinizi izleyin... O gelen acının nasıl ve kim tarafından geldiğine bakın...

Sessiz olun ve konuşmayın... İç huzuru yakalayın...

Ne bileyim, yapın işte bir şeyler.. Verdiğim linkleri okuyarak başlayın isterseniz.


P.S. Bu yazıda bile bile bir bütünlük sağlamak istemiyorum. Yazı karakterlerini de bile bile

bozdum... Belki de ilk defa böyle bir şey yapıyorum. Düzgünlük konusundaki hassasiyetimi

yenme çabaları diyebiliriz buna.

P.S. #2: Uzun zamandır yazmıyordum, affola!

12 Ocak 2010

Günün Okuması ve Çağrısı #4 - Katili Tanıyoruz Adalet İstiyoruz

19 Ocak'ta üçüncü öldürülme yıldönümü olacak Hrant Dink'in. Bu nedenle bir anımsatma yazısı yazmayı düşünüyordum zaten. Ama bunun yerine, Hrant'ın Arkadaşları'nın Hrant için Adalet için sitesinde yaptıkları, her bir kelimesini yine içim yanarak okuduğum çağrı metni, burada hem çağrı hem de günün okuması olarak dursun istedim. Adaletin, kardeşliğin hüküm sürdüğü, onurlu bir hayat istiyorsak bu sesi duyurmalı, bu hayatı isteyenlerle bir arada olmalıyız. Lamı cimi yok.


19 OCAK'TA HRANT İÇİN ADALET İÇİN

Hrant Dink katledileli üç yıl oldu ve onu öldürtenler hâlâ elini kolunu sallayarak dolaşıyor.

Ayak işlerini gördürdükleri üç-beş adamı mahkemenin önüne attılar. Görevlilerinin doğru dürüst soruşturulmasını önlemek için devlet valisiyle, komutanıyla, siyasetçisiyle, yargıcı ve savcısıyla seferber oldu. Attıkları manşetlerle cinayete zemin hazırlayanlar, pişman olacakları yerde pişkin pişkin görevlerini sürdürdü. Cinayete yol açan veya göz yumanlar, katilleri yetiştiren, onlara resmî görevler verenler, katili bayrağın önüne koyup kahramanlık görüntüleri çeken ve dağıtanlar... Hepsi korundu, kollandı ve hepsi hâlâ devlet görevlisi.

Hrant için adaleti çok gören devlet onlara yeni rütbeler, terfiler bile verebilir.

Bütün bunlara bakarak soralım:

Hrant'ın katili kimdir?

Ve cevap verelim:

Hrant'ı kollektif bir "resmî" irade öldürdü.

Bu iradenin sahipleri gaddar, korkak ve hilebazdır. Ortaya çıkamaz, kendilerini gösteremezler. Derin devletin dehlizlerinde ele geçirilen "Kafes" planını hatırlayın. Hrant'ın katledilmesinden "operasyon" diye söz edildiğini hatırlayın.

Onlar bizi de, Hrant'ın arkadaşlarını, sevenlerini, adalet arayanları da kendi karanlıklarına çekmeye çalışıyorlar. Mahkemelerin tozlu dosyaları arasında tıknefes olalım, duruşmalara gidip gelmekten usanalım, adalet aramaktan umudu keselim istiyorlar. Kesmeyeceğiz. Kesemeyiz.

Çünkü Hrant Dink cinayetinin arkasındaki "devlet eli" tereddüde yer vermeyecek şekilde yargı önüne çıkarılmadıkça, katillere yardım eden, göz yuman, raporları hasıraltı eden, katile kahraman muamelesi yapan polis amirlerinden, jandarma komutanlarından, valilerden, soruşturmaları engelleyen yargı üyelerinden hesap sorulmadıkça, hiçbirimizin geleceğinin güvence altında olmadığını biliyoruz.

Hrant bize her şeyden önce onurlu bir kardeşlik ideali bıraktı.

Onurlu ve güvenli bir kardeşlik için,
Hrant için adalet için,
19 Ocak'ta onun öldürüldüğü yerde buluşacağız.

Adaletin, kardeşliğin hüküm sürdüğü,
onurlu bir hayat istiyorsanız bizimle olun.

19 OCAK'TA HRANT İÇİN ADALET İÇİN

14 : 30 - Agos Gazetesi önü



*Evahalipisi'ndeki diğer Hrant yazıları 1, 2