5 Mart 2008

Savunmatik

Savunma mekanizması garip bir şey. Kimisi oldukça saldırgan oluyor, ki buna, hergün medyada gördüğümüz gibi, bahane anlamına gelen 'pabucumun savunması' deniyor. Saldırası varmış, yok efendim savunduk. Savununuz efendim; insanlığı, demokrasiyi, ülkenizi, ideolojinizi. Biz yiyiyoruz hep bunları. Evet evet.

Neyse, gelelim insan bünyesinin savunmasına. Bir kişi var önümüzde. İnsan soyundan. Başına bir şey gelir. Bu 'şey', şimdiye kadarki hayatının çizgisinde minik veya kocaman bir kırık yaratan bir şeydir. Bu kırık her zaman, daima, aşağıya doğru görünür önce. Bu durumda, ilk aşama olarak, fiziksel savunma mekanizması devreye girer:

Sırtın ağrır, bütün gün uykun var gibidir ama gece uyuyamazsın, ağzında yaralar, yüzünde sivilceler çıkar, dini motifli kabuslar görürsün. (Berfu'ya bir 'ehehe' var burada), gününün saatleri sosyopatlıkla asosyallik arasında gidip gelir, çok yer çok içersin (ben kendime ehe diyorum şimdi)... filan. Kendine ne kadar 'aslında süper bir olay bu, hayatımın dönüm noktası lan, vay be' desen de, acayip bir hissiyat içindesindir. Sonra anlarsın ki, tüm bu fiziksel anormalliklerin (bu 'vay be' lerinin aslında kendine kendine bir telkin olduğunu anladığın ana denk gelir) gayet psikolojik bir durumdur. Tam o anda, o büyük itiraf yapılır: Korkuyorum olm! Bildiğin korkuyorum. Evet, tüm ıvır zıvır kağıt işlerini bu yüzden geciktiriyorum, olmamış gibi davranıyorum, benim dışımda bir olay gelişse de olmasa şu iş diye düşünüyorum, gelecek fotoğraflarımı erteleyip bugüne bakıp duruyorum...

Bir süre sonra bir de bakarsın, fiziksel anormallikler yavaşlar, abuk subuk rüyalar görmeye devam etsen de günün normal geçmeye başlar. Teşhis yapılmıştır. Bildiğin korku. Bu kadar zor muydu lan, çözdüm olayı dediğin anda, gerçekler karşına çıkar:

O andaki gerçeklerin kelimesi 'lazım'dır. Son zamanlarda, belki de haksızlık ederek, seni pek sallamadığını düşündüğün için (burada Beyza'ya bir öhö var) kırgın gibi olduğun (sevdiklerinin ilgisini ölçmeye başlamak da bir savunmatik tarzı olsa gerek) canının içi kuzenininle birlikte Nefes'teki Gevende konserinde aşırdığın (Nefes Bar'a saygıynan) süpersonik bira bardağına Efes'i fazla köpürtmeden koyarsın. 'O zaman ne yapmam lazım' dersin. Önce alışman 'lazım'dır.

Alıştın gibi oldu mu? İşte şimdi asıl lazımlar geliyor. Hayatın gerçeklerinin lazım ettiği şeyler başlar. Bundan sonrası kolay. Zira somut olan her zaman kolaydır. (ki 'devlet' denen şey her zaman bu aşamadan başlama ayrıcalığına sahiptir -öldürmek lazım!- neyse. Allaam, nasıl da karışık zihnim.)

Somut 'lazım'lara girmeyeceğim, her ne kadar fazla kişisel bir yazı olsa da bu, aşikar ki herkes için farklıdır. Kimisi için bir ilişkiyi bitirmek /başlatmaktır; kimisi için başka bir şehre/ ülkeye/ gezegene taşınmaktır, kimisi için sadece inançlarını/ düşüncelerini değiştirmektir -ki bu durum elle tutulan bir iş yapmadığın için aslında en zorudur, çünkü en kolay olan kendini kandırmaktır.

İnsanoğlunun özünde istikrar, devamlılık, süreklilik, kötü 'gibi' 'sanki' olduğu düşünülse de, alışıldığa devam etmek etmek gibi bir cevher olduğunu düşünüyorum. Cevher diyorum, evet, değerli bir şey. Çünkü insan ırkının devamını getiren de aslında tam olarak bu 'öz' değil midir? Aile, devlet (ben anarşist değilim, hayır, lazım bu), sadakat (sadece bir tek hayvan türünde daha var, hatırlayamadım) gibi kavramlarla bugün yaşıyoruz. (Bence.) İ

İşte tam da bu 'öz', bizi her türlü kırılmanın aşağıya doğru gittiğini düşündüren şeydir. Halbuki, gayet somut bir olay olduğu düşünülen ekonomide bile belli ki, kırılmalar aslında daima kararsızdır. Bir çizgi (lisedeki matematik dersinde 'doğru' diye öğrendiğimiz noktalar kümesi) kırılır, kırılabilir.

O anda, tam o kırılma anında, savunmatik devreye girer. "Noluyo' lan" der. Der ki, "bir durum var, ne olduğunu bilemedim ama ben bööööyle giderken bana çelme taktı".

İşte o çelme, x ve y eksenleri üzerindeki bu 'doğru'nu yamultur. O yamulmayı sen yaratmışsın, başka bir şey yaratmış, mesele o değil. Bu kırılma kararsızdır, işte mesele bu. Sen nereye istersen oraya gider.

Aşağı..

Yukarı!

Aşağı...

Yukarı!

5 yorum:

  1. Denizcim,
    Halet-i ruhiyem ancak bu kadar güzel özetlenebilirdi. Üstelik bu konu üstüne çok da konuşma fırsatımız olmadığı halde:) Acaba beni çok iyi tanıdığından dolayı olabilir mi?
    Ben sanırım şu anda "çizgim kırıldı, dibi görücem" noktasındayım. Ve evet, bu algımı bir türlü değiştiremedim. Çizgi kararsız, ben kararsız, n'olcak böyle bilmiyorum. İyisi mi biz enfes Nefes bardaklarımızla bi içip dertleşelim:)

    YanıtlaSil
  2. aslında sorun bize aşağı doğru olanın olumsuz olduğunun öğretilmesinde sanırım. uçarken iyi de düşerken kötü. misal ilkokul teneffüslerinde(f tek mi çift mi bilemedim denizcim şimdi) arkadaşlarının peşinden fino köpeği gibi koşarken ayağının takılıp düşmen esnası güzeldir. önce bi düzlemde giderken sonra havanın başkalaştığını hissetmek, iki gözün farklı şeyler görmeye başlaması, dünyanın dönmesi, havalanıp da yere konman.. bir yerini kırıp kırmaman, canının acıması vs. başka mevzu. ama o düşme esnasındaki görüş farklılığı hakkaten güzel bişey. ya da ben kafayı yedim ama küçükken düz çizgide yürüyemeyen bi insan olarak düşme üzerine bayağı bir yorum yapabilirim. bu düşme mevzuunda asıl uyuz olan kısım sen düşünce çevrende gülen ineklerdir. aslında onlar da senin gibi bir küçücük ilkokul çocuğu finosudur ama sen düşünce onlar inekleşirler. bu inekler yüzünden düşerken yaşadığın o enfes görüntünün yerine dümdüz dünya görüşürünü tercih edersin. halbuki belki yukarı olan esasında aşağı olandır da bizim konumumuz farklıdır diyerek saçmalamama devam edecekken, en iyisi bu yorumu bitireyim efenim.. saygılarr..

    YanıtlaSil
  3. Berfucanım, şu bahar gibi günlerde, kazma kürek yakmaya geçmeden, bir akşam yürüyüşüne çıkmaya ne dersin Bahçelinin güzel ağaçlı sokaklarında? Oh, şimdiden içime serinlik doldu :)

    YanıtlaSil
  4. "Bu da bir bakış açısı tabiiii" diye bir kalıp vardır hani. "Çok doğru söyledin abi" demek yerine "bence" diye başlayan cümleler kuran insanlara gıcık olan tez sahibi kişi tarafından kullanılır genelde. :)

    Ama ben bunu harbi içten söylüyorum: Bu da bir bakış açısı, hem de son derece yaratıcı bir tane. "Pis aşağı, kötü aşağı" derken, neye /kime göre kötü olandan bahsediyoruz ki? Ama bir şey üzerine düşünürken işin içinden fıyt diye sıyrılabilmek için ön tanımlı sözcüklere de gerek var elbette. Ben burada "aşağı"yı olumuz, pis kötü, manyak gibi bir anlamda kullandım. Aşağı- yukarı, siyah-beyaz, iyi-kötü gibi kavramları başka bir yazıya bırakayım, yoksa valla çıkamam ben işin içinden:)

    YanıtlaSil
  5. Zülüşçüm, teneffüs filan kasma yahu, benim öyle gözüme takılır işte. (doğru bu arada :P)

    YanıtlaSil