25 Eylül 2009

Adalet Neden İnsanın Temeli Değildir?

(Cem Koç adlı blogger'ın Terazi'nin Kefesi adlı blogu için yaptığı bir çizim.)
Uyuzum okur ben bayramlara... Bayram da bayram... Tatlı yemekten diliniz damağınıza yapışıyor. Eve gelen hanım amca ve teyzelere "ya ya evet Amerika'ya gideceğim, rabbul bukelamunun izniylen tabi... ancak önce şu tezi bitirmem gerek" söylemlerim eşliğinde 3 gün geçirdim. Hayır bir de bizimkiler apartmanın wisdom sahibi, yaşını başını almış sakinleri olunca ev ilk günden on beş kişiyi falan ağırladı. Gelen ayağını sürüdü, giden geri geldi biraz daha oturdu...

Bayramın en çarpıcı yanı ise abim olacak insan ile dışarı çıkmam sonucunda belanın bizi bulmasıydı. Olay tam olarak şöyle gerçekleşti: Abimle onun can ciğer dostu M. bir yerde demleniyorlardı ve ben de seke seke yanlarına gittim. İkisi zaten bir 35'lik devirmiş, rakı masasında değil balık zurna olmuşlardı. Ben de 2 bira ile eşlik ettim kendilerine. Gece 12 sularında Bostanlı'da her gün gittiğimiz kahvehane olan Hayal'e gidip birer acı türk kahvesi içelim paşalar dedik. İşte her şey oturduğumuz mekandan kalktığımızda gerçekleşti. Tek sıra halinde sokakta yürürken bir anda bir araba sesi duydum. Len karşıdan araba da gelmiyor amma, haydin hayırlısı dememe vakit kalmadı abim beni kenara doğru ittirdi. Meğer manyağın teki arabayı geri vitese takıp gazı da köklemiş. Neyse arabanın dikiz aynası hafifçe abime vurunca biz de gayet insani bir şekilde adamlara "n'apıyonuz be kardeşim, çarptınız!" dedik. Bu sözümüz abim ve onun saz arkadaşı M.'ye bir kaç yumruğa benim ise bu zibidilerden biri tarafından itilmeme neden oldu.
O an çok garipti.. Bir baktım abim yanımda değil. Tipin teki arabadan inmiş, gayet güzel kardeşim siz çarptınız asıl diyor ve bir saniye sonra da sanki dostmuşcasına bir elini abimin omzuna koyup ve diğeri ile de yumruğu patlatıyordu. Rüya gibi anlattım ama o an gerçekten bana rüya gibi gelmişti. Bu sırada dikkatimi arabayı kullanan tipin arabadan çıkması da çekmişti. Abim yerdeyken ben o tipe konsantre olmuştum çünkü bu zat-ı tipi tip arabadan güneş gözlükleri ile indi. Gecenin körü güneş gözlüğü takmış salak inerken... Ben mallığına vermiştim ama sanırım tanınmak istemediğinden öyle bir şey yaptı. Daha sonra karakolda kendisinin 12 sabıkasının olduğunu öğrendik çünkü...

Keşke her şey dayak yememizle bitseydi... Salak gibi babamın mesleği icabı olan lokale gittik. Lokalin altında polis durur çünkü. Neyse açılır kapanır bir kapı var. Biz tabi sinirliyiz. Aşağıdaki görevliye polisi getir diyoruz. Bu sırada ben 155'i arıyorum, arabanın plakasını veriyorum. Size ekip göndereceğiz bekleyin orada diyorlar. Eyvallah diyoruz. Abim ve M. sinir küpü... Dayağı öyle böyle değil iyi bir yediler. Bir de her zaman gittikleri barların önünde olduğu için M. ayrı bir sinirli. Rezil olduk lan cümle aleme diyor. Abim ise s.kerim len alemini düşündüğün şeye bak diyerek tekrar bir atar yapıyor. İşte tam o sırada ben lokalin kapısına dikkat etmiyorum. Otomatik kapı kapanırken geçmeye çalışıyorum ve kapı orada bir insan olduğunu anlamadığı için kapanmaya devam ediyor. Sonuç ise lokalin görevlisinin: "ya efendim kapıyı kırdınız. ben memurum... bu benim zimmetimde. kapıyı nasıl kırarsınız" şeklindeki bağrışları; benim ise "kardeşim bak sinirliyim bana kapı diyosun... Kapı resmen çarptı bana... Benim etim ne budum ne kapıyı kırayım" demem sonucunda lokal kimliklerimizi istiyor bizden. Hakkımızda tutanak tutacakmış. Buyur tut dedik biz de, ne diyelim...

Polis gelmek bilmiyor o sırada bir türlü...Lokalin dışarısına çıkıyoruz ve bir ekip yanaşıyor. Biz harıl harıl anlatıyoruz şöyle oldu böyle oldu diye... Bu sırada içerideki polislerden biri "gençler hayırdır ya, beni tanımadınız mı?" diyor. Bizimkiler şöyle bir bakıyorlar... Aaa Savaş abi dedikleri anda gözünü sevdiğimin abisi arabadan iniyor hepimizi bir öpüyor. Seneler boyunca bizim apartmanın altında görev yapmış Savaş abiye derdimizi anlatıyoruz. Abimin arkadaşı M. "Savaş Abi bu şu piçleri... Karşıma getir benim. Bak çok sinirliyim. Bilirsin bizi" diyor. Telefonlar alınıyor. Biz karakola gidiyoruz. Karakolda ifade vericez. Ömrümüzde karakol içi görmemişiz. Nedir ne değildir.. İçeride maskulenite 1500 dolaylarında. Oturuyoruz bir 5 dakika geçiyor. Savaş Abi arıyor M.yi. "Bir yere ayrılmayın geliyoruz" diyor. Yakalandılar oleyy diye seviniyoruz tabi biz. Bu sırada saat 1.30 yaklaşmış. Damarlardaki alkol adrenalin yüzünden gitmiş. Düşünüyoruz, peki ya şimdi n'apcaz?

Bir ara odada M. ben ve abim yalnızız. Özür dilesinler, polisler de biraz hırpalasın bırakalım diyoruz. Ama polis geliyor içeri: "eee özür diliyorlar mı diyoruz". Ne özrü nerede olduklarının bile farkında değil hiçbiri. Biz yapmadık diyor adamlar diyor. Biz tabi haydaaa şeklinde kalakalıyoruz. Abime ve M.'ye "eğer bu adamları şimdi tamam bırakın desek bırakacaklar ama yarın bu adamlar birisini öldürürse? Bunları bırakmamak lazım. Akılları başlarına gelsin. Dava açalım. Biz açmayacak ve tırsacaksak bu ülkede kim tırsmaz?" diyorum. Onaylıyorlar ve suç duyurusuna getiriyoruz işi. Adamlar nezarete gidiyor. Bu sırada nezarette yatan başka bir suçlu yukarı yollanıyor çünkü gözünü sevdiğimin karakolunda tek nezaret var (komik!!). Neyse Karşıyaka Sağlık Merkezine gidin de sağlık raporu alın diyor polisler. Gecenin körü hastanede rapor sırası bekliyoruz. Darp olduğunu kanıtlamamız gerekecekmiş. Bu sırada doktordan azar işitiyorum gene... Aklıma kırdığım kapı geliyor gülüyorum...

Çıkıyoruz karakola geri döneceğiz. Peki ya şimdi?N'apcaz? Babamı mı arasak diye düşünüyoruz. Panik olursa diye tedirgin olmamıza rağmen arıyoruz: "Baba biz karakola düştük". Babam karakola koşuyor. Aynı odada bu sefer babam da var, oturuyoruz. Üzülmeyin, hiç olmayacak şey olmuş diyor. Bu sırada içeri bir polis giriyor ve zanlıların bir tanesinden bıçak çıktığını söylüyor. Babam 6314'e göre biraz ceza alabilir aslında o zaman diyor. Polis 5 dakika sonra geri geliyor ekmek bıçağıymış çıkan diyor. Babamın yüzü hafif düşüyor. Ekmek bıçağı 6314'e girmez diyor. Bu sırada ben babamla konuşmaya başlıyorum. Bu nasıl bir sistem, adam arabada ekmek bıçağı ile geziyor ve bunun bir suçu yok mu? Aynı adamın 12 sabıkası var baba yapmayın diyorum.... Babam haklı olduğumu yarayan bir kamu vicdanı olduğunu ancak hukuğun bu konuda bir şey yapamadığını söylüyor. Hukuk hakkında tartışıyoruz. Babam sabah savcı onları serbest bırakacak onu bir kere kabul edin diyor. Biz karşı çıkıyoruz. Babam gene hukuğun elinin kolunun bağlı olduğunu söylüyor. Ardından da ekliyor. Bu tip davalarda bir de zanlıya mahkeme avukat bulur, sen avukatını kendin bulursun. Zanlı para ödemez avukata sen mağdur olarak ödersin diyor... Gülmek istiyorum. Hukuğun kim elini kolunu bağlamış olabilir, ne zaman bu sistem bu hale geldi acaba diye düşünüyorum.

Gece 4 gibi karakoldan çıkıyoruz. İfadeler alınmış. Babam sabah savcıya gidecek... Adamlar nezarette... Sabah oluyor uyanıyoruz. Babam geliyor adamlar çıkmış diyor. Biz nasıl olur diye sinirliyiz. Savcı bırakmış, ben daha konuşamadan gece bırakmışlar diyor. Biz bütün gece olayı savcılığa taşırsak başımıza bir şey gelir mi diye düşünürken savcılık direk bırakıyor adamları...

Lokalin bana çarpan ve benim kapıyı kırdığımı inatla savunan görevli babamın ismini görünce gece bir anda yön değiştiriyor. Aaa ben bilseydim sizin bilmem kimin kızı olduğunuzu hiç demezdim, hiç tutmazdım tutanak.. vah vah.. tüh tüh.. iki kat üzüldüm şimdi diyor. Ben "sağlık olsun.. İmzamı atayım tutanağa gideyim" diyorum. Atıyorum imzayı. Ertesi gün öğlen kapının üzerine zimmetli olduğunu söyleyen görevli arıyor abimi. Kapıyı yapmışlar. Babanıza söylemeyin diyor. Ancak çok geç. Ben kıvranıyorum bütün gün evde: "Şu bayramın akide şekeri olan misafirler bir gitmek bilmedi. Babamı arayacaklar şimdi. Önce benim söylemem lazım oysa" diye. Bir ara yakalayıp gidiyorum babamın yanına... Baba diyorum "ben lokalin kapısını kırdım". Babam asıl o senin omzunu kırsaymış ben yapacağımı bilirdim diyor. Ertesi gün akşam annem, babam ve ben balık yemeğe oraya gidiyoruz. Kapı üstüne zimmetli görevli bana bakıyor, babam yokken hemen soruyor: "babanızın haberi yok değil mi?". Hayır var söyledim diyorum. Şikayet etmeseydiniz beni diyor. Hayır etmedim merak etmeyin diyorum. Biraz mahçup kalıyor. Ben şimdi bilmem kimin kızı olmasaydım bu adam o artizliğine devam edecekti öyle mi diye düşünüyorum içimden... Ve babama şikayet edip etmediğimi sorguluyor bir de... Bu memlekette ya birinin çocuğu ya da eşi mi olmak gerekiyor illa?

Şimdi çıksam dışarı bi kaç adam pataklasam biliyorum ki delici, kesici alet kullanmadığım sürece en fazla 3 saat nezarette kalırım. Polisin de eli kolu bağlı. Adamların gücü tamemen gitmiş AB diye. Kabul, görevini suistimal eden polisciklerimiz fazlasıyla var. Ama kardeşim ne hukuğun elinden bir şey geliyor ne de polisin...

İşte memleketim bu durumda sayın başbakan. Siz daha milletin evine gidip sigara paketleri toplayın.