28 Ağustos 2011

Kasırga Irene ve Yanında Getirdiği Düşünceler Üzerine

Amerika'da olmak bazen dünyanın diğer bir ucunda salyangoz olmaya benziyor... Sümük sümük, yapış yapış... Yağmurlu havada...

Ertesi gün öğlen 2: Amerika'nın en adi birası olan Budlight elimde. Bir kasırgadan sonra açık olabilecek 3 mekandan birinde oturuyorum. Sushi'yi soya sosu için seven bir yapım var. Bozuk bir yapı.

Amerika'da kızlar kendiliğinden veriyormuş... Mantığa gel.

Güzel bir odam var... Çatı katında.. Yerde bir yatak, kırmızı çarşaf--siyah yorgan... Kasırga sırasında uçma ihtimali olan ilk yer: Benim odam...

Dün gece saat 19:30... Elimde Rilke'nin yazdığı "10 Letters to a Young Poet" var. Dışarıda büyük bir uğultu. Ağaçlar evin üstüne üstüne bükülüyor... Rilke, Edgar Allen Poe'nun hikayelerinden bahsediyor bir yerde. Çat. Bir gürültü kopuyor. Tam yerinde, Poe diyince ürkmemek olmaz zaten derken elektrikler gidiyor. İlk aklıma gelen şey: buzdolabındaki yiyeceklere ne olacak?Kadın olmaktan mı bu durum... Erkek olsaydım eğer "pehh maç gitti" diye düşünebilirdim oysa ki.. Koşullandık mı ne yaptık çocukken?

Amerika'da kızlar kendiliğinden veriyormuş. Mantığa gel.

Elektrikler gitti... Saat erken.. Mum yakmak için güzel bir neden... Mum ışığında kitap okuma işlemi.. Artizlik için olsa eğlenceli olabilirdi ama cool hatun edalarına girecek durumda değilim. Ağaçlar üstüme üstüme geliyor bak yine. Bir Tim Burton filmi çekilebilir miydi benim odamda.. Yok o da olmazdı. Aklımda bir kare var, gitmiyor... Evin yanında bulunan ağaca "Life Tree" adını takıyorum... Life Tree üstüme düşse aklımda bulunan bu kareyle ölmek istemiyorum.
Ertesi gün akşamüstü 6: Fransız şarabına geçtim, Rus arkadaşın evinde. Adi Amerikan birasından iyidir. Beş gündür karnımda bir ağrı. Geçmiyor... Geçer.

Nerede kalmıştım. Evet, elektrikler gitti. Evdeki güvenlik sistemi devre dışı. Her dakikada bir bip sesi geliyor... Hem de öyle böyle değil inletiyor evi... Lanet olsun. Yanına gidiyorum, kod girmemi söylüyor. Bilmiyorum ki ne kodu gireceğim. Ev sahibini arıyorum. Sakin ol, hiç bir düğmeye dokunma elektrik gelince kendi kendine tekrar devreye girecek sistem diyor. Sese alışıyorum. Çatı katında olmanın güzelliği sesi daha az duymam oluyor.... Öyle bir rüzgar esiyor ki bir ara tam uykuya dalmak üzereyken sıçratıyor beni yatağımdan. Mum yakıyorum tekrar. Yatakta yazı yazmaya başlıyorum... Aklımda yine o kare Türkiye'den. Git diyorum. Kovuşturuyorum, gitmiyor.

Amerikada kızlar kendiliğinden veriyormuş. Mantığa gel.

Yazı da bitiyor.. Muma üflüyorum.. Sönmüyor. Bir kere daha üflüyorum. Sönmüyor. Sinirleniyorum. Çok çabuk sinirlenir bir yapım da yoktur. Lanet kasırga. Hiçbir şey yaptırmadı bütün gün. Korkuyorum sanırım. Sevmiyorum korkmayı. Yalnızım diye mi korkuyorum. Deli gibi bir kasırga.. Adı üstünde.. Birisi çığlık atıyor sokaktan. Sonra ikinci bir çığlık geliyor. Yardım mı istiyor birileri diye düşünerek pencere kenarına gidiyorum. Life Tree üstüme doğru eğiliyor. Silah sesleri. 4 el ve ardından tekrar çığlıklar, ve gülmeler. Silah sesini duyunca pencereden bir adım geri atıyorum. Amerikan gençlerinin eğlence anlayışı.. Balkon'a çıkıp bağırmak, mümkünse havaya ateş etmek. İkinci kısım o kadar da yabancı gelmiyor bana.

Amerika'da kızlar kendiliğinden veriyormuş. Mantığa gel.

Tekrar uzanıyorum kırmızı çarşaflı yatağıma. Ölsem ne olacak.. Öleyim. Ölmeye yatayım o zaman. Tam uykuya dalacak gibi oluyorum. Telefonuma mesaj geliyor. Abim. Kiril alfabesi sanki, Turkce karakter kullanmış yine. Turkce karakter kullanmamalısın, okunmuyor diye cevap veriyorum. Arıyor bu sefer. Saat 3.30. Açıyorum. Beyza, iyi misin diyor? Telefonu kapatıyorum. Siyah yorgana sarılıp merdivenlerden aşağıya doğru iniyorum. Kırmızı çarşafım geride. Aklımdaki kare kırmızı çarşafımla birlikte geride kalıyor. Güvenlik kutusundaki ses kesilmiş. Elektrikler mi geldi diye bakıyorum. Hayır. Pili bitmiş olmalı. Kanepeye uzanıyorum.
Aklımda bir kare.. Ablamla İzmir'de yürüyoruz ve "yabancı kızlar kendiliğinden veriyormuş" cümlesi ile dalga geçiyoruz. Kafalar hafif dumanlı. Rüzgar aynı hızıyla devam ediyor ama kanepenin huzuru çöküyor üstüme. Sanki kollarının altına alıyor beni. Ankara'dan bir sahne geliyor aklıma. Tamam, uyuma zamanı artık.