8 Eylül 2011

Sünnah-Sünni Derken Geçti Bir Ömür Irkçılıkla

Norfolk'un sıcak ama bir o kadar da Londra benim yanımda halt etmiş, istediğim zaman süper haşin bir kadın imajına bürünebilirim tadındaki havasında yazıyorum bu yazıyı.. Kısacası hava yağmurlu arkadaş.

Kafamda geçen gün ev arkadaşımın siyahi olduğunu belirttiğim yazı mevcut. Aha o yazıdan beri gözüme uyku girmez oldu. Ne ara ırkçı oldum ben de milletin teninin rengini yazar hale geldim diye düşündüm. Amerika'ya geldiğimden beri gibi bir cevap bekliyorsan yanılıyorsun cicim. Aldım elime organik çayımı düşündüm. (Amerika'da organik olmayan bir şeye gözünü dikersen yeminle çükün düşer. Aman diyeyim çük önemli.) Neyse, ırkçı yapımı ve ötekileştirme ihtiyacını çocukluğumda yaşadığım iki önemli olaya dayandırdım. Hafızası bir balığınkinden hallice olan bir yapım olduğu için de öyle 6 yaşından öncesine gidemiyorum.

(*Safranbolu'da verdiği yemiş uzun boru şeklinde kamışlar olan çok kullanımlı ağaç)

Sene tahmini 1989 ya da 1990: Safranbolu'daki evimizin önündeki pazar yerinde oynuyorum. Aha yukarıdaki alan olur kendileri. O zamanlar en çok sevdiğim oyun pazar yerindeki ağaçlara uzanıp o uzun uzun yeşil saplarını koparmak ve sapların içlerini çıkarmak. Çıkarılan içleri taş yardımıyla ezmek ve sonrasında bunlardan yemek yapmak. Ben bir kız çocuğu olarak yemek pişirme derdindeyim. O sapların tadına da baktım bu arada. Abim bu sırada diğer erkek kuzenlerle o ağaç saplarından Kızılderili şapkası yaparak savaş oynu oynuyor ve aynı ağaç saplarını silah olarak da kullanıyor. Bir nevi bumerang ama geri dönmeyenini düşünün. Biz bunları yaparken dedemin pazar yerinin bitimindeki çay bahçesinde ya da yakınlarındaki bir yerde arkadaşlarından biri ile tavla oynadığını da hatırlıyorum. Ağacın saplarından bağımsız. Anlayacağınız herkesin kendi kendine oyunlar oynadığı bir ortam var belli ki burada.

Bir gün evdeyim. Dedem giriş katındaki salonda yatmış bana sesleniyor: "Gel buraya, gel. Sevcem seni!" Yok, diyorum... Mızmızlık yapıp gülüyorum. Dedem bu sefer tekrar sesleniyor: "Bak gelmezsen eğer yanımdaki Kürt kızını sevcem." Yorganı çekiyor dedem başına. Ne diyorum, Kürt kızını mı seveceksin... Atlıyorum dedemin üstüne: beni sev beni sev...

Bu şekilde tanışıyorum Kürt sözcüğü ile. Anlamsız. İçi boş. Beyza kızı... Kürt kızı.. Bir isim gibi.. Ama belli ki sevilmemesi gerekir. O varsa ben yokum ben varsam o olmamalı. Bir nevi Kürt kızını sevme/sevmeme oynu. Ah dedem, ne ettin bana! İçime bir ırkçı kaçırdın.

Sene tahmini 1992-3: Beni Kürt kelimesi ile tanıştıran dedem yok artık. Izmir'de ilkokula gidiyorum. Tenefüslerde oynanan oyun iki merdiven arasında zıplamak. Bir çocuğa aşığım okuldan. Peh. Ne aşk ama.. Birbirimizin peşinden koşturmaca oynuyoruz mesela. O kadar gerçek. Sonra yeni bir kız geliyor okula. A. olsun adı bu yazıda. A. pek güzel bir kız... Ama fişini çekmek gerek. Benim aşık olduğum çocuğa bakıp gülümsüyor sürekli. Gıcıklanıyorum uzun süre. Bir süre sonra A. yeni kız olma sıfatını kaybediyor. Aşık olduğum çocuk benim değil onun peşinden koşturmaca oynamaya başlıyor. Sonra bir gün ben merdivenlerde zıplarken Ze. geliyor yanıma. Diyor ki " A. var ya Alevi'ymiş." İlk Alevi kelimesi ile karşılaşmam bu oluyor. Bu sözün iyi olması ihtimali tamamen ortadan kalkıyor. Alevi kesinlikle kötü bir şey olmalı diyorum. Yeni olma sıfatını kaybeden A. bu sefer başka bir sıfat kazanıyor gözümde. Ve hep onunla kalıyor. Ah Ze, dedikoducu Ze. Ne ettin, içime ikinci bir ırkçıyı da sen kaçırdın.

Sene tahmini kendimi bildim bileli: Biraz daha büyüğüm artık. Yazın Yalvaç'a gitmişiz. Denizlerin dut ağaçlı evindeyiz. Aşağı kat biz çocuklara ve annemlere ayrılmış. Bu sefer oynadığımız oyun Orçun Kunek'in şarkılarına gülmek.. Oh Bebek kelimesini her cümlenin içinde geçirmek ve büyüdüğümüzü espiri anlayışımıza katmak. Babam o sene Sünnah kelimesine takmış durumda. Öğreniyorum ki annem Sünnah'mış... Babam şaka yapıyor belli ki ama Sünnah olmak böyle öcü gibi bir şey. Farklı bir şey. Sünni olmak değil Sünnah olmak, vay be.. Farklı olmak. Annem sünnah olduğuna göre ben de yarı sünnah olmuyor muyum diyorum babama. Ya da ablam diyor bunu. O demiştir kesin. İçime üçüncü bir ırkçı da böyle kaçıyor. Yöresel ırkçılıkla tanıştım daha da iflah olmam.

Sene mi? Yok geçenlerde: Yeni bir söylemle karşılaşıyorum: "Ehh. Sünni'nin kuyruğu olur." Şiiler'in Sünni'ler için kullandığı bir cümle. Sanırım Türkiye'de de Aleviler için kullanılıyor. Anlamını soruyorum Şii arkadaşıma. Bilmiyor. Annesine soruyoruz, bilmiyor. Ninesine soruyoruz bilmiyor. Ama kime sorsam: "yok yok öyle değil. Yalan o cümle" diyor. Yok diyorum alındığımdan değil ne anlama geliyor. Çıkmıyor anlamı. Bana sorarsan 'nerede puştluk orada Sünni' anlamına gelebilecek kapasiteye sahip bir cümle bu. İçime bir ırkçı daha kaçıyor. Kendi mezhebime bakıyorum. Ne mezhepsizim arkadaş diyorum.

Sene mi? Yok sene değil, günlerden bugün: Yatakta uzanmış gözlerimin altındaki şişlikleri indirmek için buzlukta bir süre dondurduğum iki dilim salatalığı gözlerime koyuyorum. Güzelleşme oyunu bu. Allah'ın vermediği güzelliği hıyardan beklerken yan odadaki kızın siyahi olduğunu belirttiğim yazıyı düşünüyorum ve içime Amerika'lı kaçacağına hıyar kaçsın diyorum. Bu sefer de Amerika'lıyı ötekileştirdiğime gülüyorum.

Salatalıklar iki yana düşüyor.

1 yorum: