31 Ağustos 2011

Dönersen Islık Çal: Şeker Kutusu



Bundan seneler önce TRT 1'de yanı başımda Berfu ile izlediğim sonrasında hiçbir yerde bulamadığım "Dönerden Islık Çal" ruhumda yer etmiş olacak ki bir umut online var mıdır diye arattım yine filmi. (Senelerdir hiçbir şekilde bulamadığım bu filmi youtube a koyan sinemasever arkadaşa buradan selamı çakarım.)

Bir cüce ve bir travestinin arkadaşlıkları...

Dönersen Islık Çal bir dostluk filmidir. Hem de kör göze parmak, yeni nesil dostluk filmlerinden değil. Belki de normal koşullarda hiç yanyana gelmeyecek iki insanın dostluklarını anlatır. Sadece anlatmakla kalmaz bir de sorgulatır bize dostlukları. Tesadüfi bir başlangıçtır onların yaşadıkları. Kırgınlık, kızgınlık kalmadan tekrar geri dönmeleri gösterir... Fikret Kuşkan'ın travesti rolü ile gönüllerde taht kurduğu ve Mevlüt Demiryay'ın barmen bir cüce (küçük adam) rolünü oynadığı filmdir Dönersen Islık Çal. Demiryay öyle güzel cüce rolü yapmıştır ki, filmde söylediği sözlerle etkilemiştir bizleri... En beklenmedik anda şöyle demiştir mesela:

"Şimdi yönetmen Memduh Bey... Biraz sonra da Boy Profesörü Ahmet Bey... İnsanları kandırıyorsunuz. Artık boyumun uzamasını istemiyorum. Cüce olan ben değil sizsiniz."

Herkesin kendisine ait gizlileri olduğunu anlatır filmin başka bir kısmı... Açılmaması gereken bir kapı vardır. Oturur düşünürsüzün üzerine, kendi gizliniz nedir diye. Kendinizle barışmanız gerektiğini öğrenirsiniz, "boyunun uzayacağı yok istersen aklını uzat" dendiği sahnede. 1990'ların en karanlık hallerini anlatan bir buhran filmidir Dönersen Islık Çal. Dönemin Istanbul'unu ve insanlarını anlatır. Bir travestiye ve cüce'ye olan davranışları gösterir. Ufak gülümsemeler yaratır izleyicinin yüzünde arada. TRT'deki haber müziği ile mesela çocukluğunuza dönersiniz. Aklınıza TRT'nin günlük programını bitirdiği o siyah-beyaz ekranlı sahne gelir.

Cam cama can cana diye içilir rakılar bu filmde...

Ya da aşağılanmış ve travesti dostundan kötü sözler işitmiş bir barmen-cüce, çocukluğumuzun en dramatik tekerlemelerinden birini söyler bu filmde. Onun o yavaş yavaş ve tezat bir şekilde huzurlu sesi ile söylediği tekerlemeyi tekrar dinleyince bir çocukluk tekerlemesinin altında nelerin yattığını sorgularsınız siz de:

Üşüdüm üşüdüm
Daldan elma düşürdüm
Elmamı yediler
Bana cüce dediler
Cücelikten çıktım
Anneme gittim
Annem pilav pişirmiş
İçine cüce düşürmüş
Bu cüceyi ne yapmalı
Minareden atmalı
Minarede bir kuş var
Kanadında gümüş var...

Filmin ilk sahnesindeki cümleler içinizi ürpertir... Duramazsınız da.. Sonra gelecekleri bilmenize rağmen tekrar izlersiniz. Arkada çalan ufak türküler takılır aklınıza. Herkes yalnızdır da aslında ama arada oluşan ikili ilişkiler dikkat çeker. Derya Alabora orospu'yu canlandırır. Menderes Samancılar'ın travesti ile olan arkadaşlığı farklıdır. Yalnız bir ev sahibi temizlikçisi ile yalnızlık oynu oynar.

...ve Fikret Kuşkan'ın şalını arkaya doğru atıp yürüdüğü sahne kalır akıllarda geriye...



Ufak bir not:
Dönemin Kültür Bakanlığı'nın katkılarıyla çekilmiş olan filmin DVD'si ya da herhangi bir kaydı bildiğim kadarıyla satılmıyor. Bu yüzden de youtube'taki televizyon çekimi ile yetinmek durumunda kalıyor insan. Ancak hiç yoktan iyidir! İyi seyirler olsun Şeker Kutuları.



28 Ağustos 2011

Kasırga Irene ve Yanında Getirdiği Düşünceler Üzerine

Amerika'da olmak bazen dünyanın diğer bir ucunda salyangoz olmaya benziyor... Sümük sümük, yapış yapış... Yağmurlu havada...

Ertesi gün öğlen 2: Amerika'nın en adi birası olan Budlight elimde. Bir kasırgadan sonra açık olabilecek 3 mekandan birinde oturuyorum. Sushi'yi soya sosu için seven bir yapım var. Bozuk bir yapı.

Amerika'da kızlar kendiliğinden veriyormuş... Mantığa gel.

Güzel bir odam var... Çatı katında.. Yerde bir yatak, kırmızı çarşaf--siyah yorgan... Kasırga sırasında uçma ihtimali olan ilk yer: Benim odam...

Dün gece saat 19:30... Elimde Rilke'nin yazdığı "10 Letters to a Young Poet" var. Dışarıda büyük bir uğultu. Ağaçlar evin üstüne üstüne bükülüyor... Rilke, Edgar Allen Poe'nun hikayelerinden bahsediyor bir yerde. Çat. Bir gürültü kopuyor. Tam yerinde, Poe diyince ürkmemek olmaz zaten derken elektrikler gidiyor. İlk aklıma gelen şey: buzdolabındaki yiyeceklere ne olacak?Kadın olmaktan mı bu durum... Erkek olsaydım eğer "pehh maç gitti" diye düşünebilirdim oysa ki.. Koşullandık mı ne yaptık çocukken?

Amerika'da kızlar kendiliğinden veriyormuş. Mantığa gel.

Elektrikler gitti... Saat erken.. Mum yakmak için güzel bir neden... Mum ışığında kitap okuma işlemi.. Artizlik için olsa eğlenceli olabilirdi ama cool hatun edalarına girecek durumda değilim. Ağaçlar üstüme üstüme geliyor bak yine. Bir Tim Burton filmi çekilebilir miydi benim odamda.. Yok o da olmazdı. Aklımda bir kare var, gitmiyor... Evin yanında bulunan ağaca "Life Tree" adını takıyorum... Life Tree üstüme düşse aklımda bulunan bu kareyle ölmek istemiyorum.
Ertesi gün akşamüstü 6: Fransız şarabına geçtim, Rus arkadaşın evinde. Adi Amerikan birasından iyidir. Beş gündür karnımda bir ağrı. Geçmiyor... Geçer.

Nerede kalmıştım. Evet, elektrikler gitti. Evdeki güvenlik sistemi devre dışı. Her dakikada bir bip sesi geliyor... Hem de öyle böyle değil inletiyor evi... Lanet olsun. Yanına gidiyorum, kod girmemi söylüyor. Bilmiyorum ki ne kodu gireceğim. Ev sahibini arıyorum. Sakin ol, hiç bir düğmeye dokunma elektrik gelince kendi kendine tekrar devreye girecek sistem diyor. Sese alışıyorum. Çatı katında olmanın güzelliği sesi daha az duymam oluyor.... Öyle bir rüzgar esiyor ki bir ara tam uykuya dalmak üzereyken sıçratıyor beni yatağımdan. Mum yakıyorum tekrar. Yatakta yazı yazmaya başlıyorum... Aklımda yine o kare Türkiye'den. Git diyorum. Kovuşturuyorum, gitmiyor.

Amerikada kızlar kendiliğinden veriyormuş. Mantığa gel.

Yazı da bitiyor.. Muma üflüyorum.. Sönmüyor. Bir kere daha üflüyorum. Sönmüyor. Sinirleniyorum. Çok çabuk sinirlenir bir yapım da yoktur. Lanet kasırga. Hiçbir şey yaptırmadı bütün gün. Korkuyorum sanırım. Sevmiyorum korkmayı. Yalnızım diye mi korkuyorum. Deli gibi bir kasırga.. Adı üstünde.. Birisi çığlık atıyor sokaktan. Sonra ikinci bir çığlık geliyor. Yardım mı istiyor birileri diye düşünerek pencere kenarına gidiyorum. Life Tree üstüme doğru eğiliyor. Silah sesleri. 4 el ve ardından tekrar çığlıklar, ve gülmeler. Silah sesini duyunca pencereden bir adım geri atıyorum. Amerikan gençlerinin eğlence anlayışı.. Balkon'a çıkıp bağırmak, mümkünse havaya ateş etmek. İkinci kısım o kadar da yabancı gelmiyor bana.

Amerika'da kızlar kendiliğinden veriyormuş. Mantığa gel.

Tekrar uzanıyorum kırmızı çarşaflı yatağıma. Ölsem ne olacak.. Öleyim. Ölmeye yatayım o zaman. Tam uykuya dalacak gibi oluyorum. Telefonuma mesaj geliyor. Abim. Kiril alfabesi sanki, Turkce karakter kullanmış yine. Turkce karakter kullanmamalısın, okunmuyor diye cevap veriyorum. Arıyor bu sefer. Saat 3.30. Açıyorum. Beyza, iyi misin diyor? Telefonu kapatıyorum. Siyah yorgana sarılıp merdivenlerden aşağıya doğru iniyorum. Kırmızı çarşafım geride. Aklımdaki kare kırmızı çarşafımla birlikte geride kalıyor. Güvenlik kutusundaki ses kesilmiş. Elektrikler mi geldi diye bakıyorum. Hayır. Pili bitmiş olmalı. Kanepeye uzanıyorum.
Aklımda bir kare.. Ablamla İzmir'de yürüyoruz ve "yabancı kızlar kendiliğinden veriyormuş" cümlesi ile dalga geçiyoruz. Kafalar hafif dumanlı. Rüzgar aynı hızıyla devam ediyor ama kanepenin huzuru çöküyor üstüme. Sanki kollarının altına alıyor beni. Ankara'dan bir sahne geliyor aklıma. Tamam, uyuma zamanı artık.

13 Ağustos 2011

Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa'dan Ufak Alıntılar

"Bu seyahatin [Avrupa seyahati] iki faydası oldu:
1. ...
2. Bana hayatımın muhasebesini yaptırdı. Ben hiçbir şey yapmamışım, hiçbir iş görmemişim. Hiçbir eksiğimi tamamlamamışım.

Kabahatlerimi biliyorum. Kendime mühlet vermeyeceğim."

[27 Eylül 1953'te trende yazıyor Ahmet Hamdi Tanpınar bu sözleri... (Keyman & Enginün, Tanpınar'la Başbaşa, sy.108)]

...ve başka bir zaman şunları söylüyor:

"Hayatımda aşk yok. Beni yalnız o diriltebilir. Yahut da muntazam çalışmak. Bugün uyku ilacını bıraktığımın on ikinci günü. Fakat beraberce rakıyı da, çalışmayı da bıraktığımı unutmayalım." (sy.93)