Bu uzun haftasonunu değerlendireyim, bakalım nasıl birşey çıkacak?
Cuma: Cuma akşamından pek bahsetmek istemiyorum, çünkü kötü geçti. Tek iyi yanı reklam yazarlığı eğitiminden en sevdiğim arkadaşlarımdan biriyle buluşmam oldu. O kadar. Bunu dışında çıkardığım dersler var tabi ki:
1 - Bir daha Nişantaşına gitmeyeceğim galiba. Bu kadar.
2 - Reklamcıların pek bahsettikleri, takıldıkları Touch Down dedikleri mekana reklamcı neyim de olsam bir daha gitmeyeceğim belli ki, veya severek gitmeyeceğim.
3 - Artık Ankara'dan alıştığım gibi İstanbul'un mekanlarında (en azından Nişantaşı denen o melun yerde) kulağımı uzatıp uzatıp iyi rock müzik aramayacağım. Azıcık kulağıma çalınır gibi olursa da gerisinin gelmeyeceğini bileceğim. (Ama ertesi gün değişecek bu düşüncem. Az aşağıdaa..!)
Cumartesi: Öğlen 12'de Mehlikayla buluştuk ve Moda'daki o muhteşem çay bahçelerinin birinde, manzarayla birlikte kahvaltı ettik. Akşama kadar Kadıköy'de gezdik tozduk. Kadife Sokak'ta çok güzel bir mekanın bahçesinde çay içtik. Akşam da Crimson denen, bir önceki geceden paslanıp tıkanmış kulaklarıma ziyafet bir müzikle birer bira içtik ve 9 gibi eve döndük. Artık İstanbul'a gelirseniz gideceğimiz yeri biliyorsunuz :)
Berna'ya not: Kanka, kim çalıyormuş haftasonları orada bil bakalım? Tahmin ettin sen, ettin..:P (Etmedin mi? Raindog olm, yine Yusuf, yine Yusuf! Allala?)
Pazar: Pazar günü Mehlika'yı evime götürdüm. Pek güzel bir 5 çayı yaptık balkonda. Her ne kadar odamı otel odasına benzetse de, o da çok beğendi evimi.
Ve böylece Cuma akşamının kötü izleri belleğimden ve kulağımdan silinmiş oldu, ne güzel!
Yahu, bu Kadıköy denen yer muhteşem bir yer! Deniz kokusu eşliğinde bol ağaçlı ve arnavut kaldırımlı sokaklarda yürürken yazlık bir yerdeymişsin hissi veriyor insana. Şu bahar günlerinde gelin İstanbul'a ey ahali!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder