25 Ağustos 2008

Erdal Pamukdiş



Gazeteci olmaya karar verdiği günden beri mesleki yaşamında bugüne kadar en ufak bir umutsuzluğa kapılmamış olan Pamukdiş, önünde bir türlü çalmayan telefona bakıyordu. Belki de bir şey olmuştu. Çocukluğundan beri hayallerinde en kötü senaryoları kuran sonra da korkup uykuları kaçan Pamukdiş’in aklına bir anda Sahur Pazarından şu anda gözünü ayırmadan bakmakta olduğu telefonu bulduğu gün geldi.

Henüz hayatına Şehriye Vakvak isimli cilveli kadın girmemişti. Satıcı çocuk Hanif’in “Abi yenileri var onların, evde kullanmak için bir telefon alacaksın almayı düşündüğün telefona bak. Dijitalleri bile çıktı be abim. Sen kalkmış bizim dükkânda senelerdir duran, dekorasyon olarak kullandığımız telefonu almaya karar verdin. Fiyatı yok diye böyle yapıyorsan biraz ayıp olmuyor mu abilerin abisi?” demesi üzerine Erdal Pamukdiş hafifçe başını Hanif’e doğru çevirerek “Anıları olan bir telefon istiyorum. Bunu alacağım!” diye cevap vermişti. Hanif eğer bu telefonu satarsa babasından bin bir dayak yiyeceği konusunda Erdal Pamukdiş’i ikna etmeye çalışsa da nafileydi. Karşısında ikna kabiliyeti yüksek bir gazeteci duruyordu ve Hanif maalesef bunun farkında bile değildi. Hanif babasından dayak yedi mi yemedi mi bunu Erdal Pamukdiş dâhil kimse bilemezdi.

Aldığı telefonun çalışıp çalışmayacağını bile bilmeyen Erdal Pamukdiş, o gün eve doğru mutlu adımlarla yürürken Sinekli Bakkal diye adlandırdığı, yaşlı bir amcanın dükkânına girdi. Ne zaman içeri girse amcanın uyumakta olduğu ve onu rahatsız etmeden geri çıktığı bakkalhane de o gün bir mucize olmalıydı ki amca uyumamaktaydı ve böylece yaşlı amcanın gözleri ile buluşmak işte Erdal Pamukdiş’e o gün nasip olmuştu. Bulduğu bütün gazeteleri topladı, amcanın gözlerine son bir kez baktı artık iş bulması gerektiğini düşündü ve evine döndü.
Şehriye Vakvak’la karşılaşıncaya kadar sade bir ev hayatı olan Erdal Pamukdiş, rengi solmuş kanepeye elindeki gazeteleri bıraktı. Henüz almış olduğu en az otuz senelik olan telefonunu eline aldı ve yerde duran kabloların yanına oturdu. Birden annesi olsaydı eğer: “Yere çıplak ayaklarla basma Erdal, o kabloları yerden kaldır Erdal ya da neden elektrikçi çağırmıyoruz da sen bu işi yapıyorsun Erdal” tarzındaki sözler ve sorular ile karşılaşacağını düşündü. Yalnız olduğu için yüzüne bir rahatlık çöktü. En son kabloyu da gerekli gördüğüne inandığı boşluğa içgüdüsel olarak taktı. Bir önceki kiracının telefon hattını kapatmadığı ne iyi oldu diye düşündü ve ahizeyi kaldırdı. İşlem tamamlanmıştı, artık iş ilanlarına bakabilirdi. Bir süre önce gazeteleri attığı kanepeye kendini bıraktı, kanepenin üstünden çıkan toz bulutuna hiç aldırış etmeden ilanlara bakmaya başladı. Eline aldığı son gazete, habercilik hayatı için en kötü başlangıç olduğuna inandığı Dönde Gel gazetesiydi. Ama yapacak bir şey yoktu, işte karşısında tam da kendisine uyan bir ilan duruyordu:

“Türkiye’de haberciler şampiyonu kimdir? Yeni ve çok cazip bir müsabaka açıyoruz. Bu müsabakada en ilginç ve en eğlenceli haberi yakalayan beyefendi ve hanımefendiler hem çok kıymetli bir hediye alacak hem de bu senenin haberciler şampiyonu ilan edilecektir. Bu müsabakaya girmek isteyenler gazetemize müracaat ederek birer fotoğraflarını lütfetmelidirler.”*

Yerel bir gazete olmasına rağmen bu kadar kibar yazılmış bir ilan karşısında Erdal Pamukdiş hayretini gizleyemedi ve yüzünde ufak bir gülümseme belirdi. Peki ama en ilginç ve en eğlenceli haberi nasıl bulacaktı? İşte bu Şehriye Vakvak isimli gizemli kadınla tanışması ve hayatını Vakvak’ın üzerine kurması ile ancak gerçekleşecekti.

Erdal Pamukdiş Dönde Gel Gazetesi’nin verdiği ilanı okurken Şehriye Vakvak, o hafta içinde olacaklardan habersiz, kuliste makyajını yapmaktaydı. Salim Sevsendebir ile tanışalı bir hafta olmuştu ve içindeki mutluluğa diyecek yoktu. Ancak Salim hala etrafta yoktu.

* Vakit Gazetesi 16 Mayıs 1930 tarihli baskısında daktilo bilen bir eleman için verilen ilanın bazı yerleri değiştirilmiş alıntısı.