28 Ağustos 2008

Günlerden Perşembe ve Aylardan Dolunay [Şehriye Vakvak, Erdal Pamukdiş ve Hanif]


Şehriye Vakvak kuliste makyajını yaparken ağlamamak için kendini zor tuttu. Oysa tek ihtiyacı bir gecelik uyku hapı olan, daha bir haftadır tanıdığı Salim’di. Ama Salim bir gecelik uyku hapı olmaktan çıkmıştı. Şehriye Vakvak gözü kapıda belki gelir düşüncesiyle ağır ağır makyajını tamamladı. Salim’in ise yerinden kıpırdamaya mecali yoktu. Hele bir kadın için mi? Haşaa en büyük zevki o kadınla sevişmek dahi olsa Salim Sevsendebir’e yorgunluk çoktan çökmüştü ve yatakta sızmıştı.

Şehriye Vakvak tekrar kapıya yöneldi ve ağır adımlarla sanki içinde yas tutan bir bebek varmış gibi hıçkırdı. Artık sahnedeydi ve açılışı her zaman ki gibi Sympathique adlı Fransız şarkıyla yaptı. Bu sırada İstanbul’un karşı yakasında Hanif adlı çok uzun zaman sonra neşeli konuşmasıyla Sahur Pazarında çalışırken gördüğümüz gepegenç çocuk için aynı gece hayatının dönüm noktasıydı. Hanif’i tam tamına 48 saat 13 dakika da dünyaya getiren Kadın isimli annesi ölüm döşeğinde İslam dinine sıkı sıkı bağlanmaya başladı. Oysa o geceye kadar Hanif’in babasına sorsanız Kadın tam bir “zındık”tı. Hanif hıçkıra hıçkıra annesinin solmuş ölü bedenine bakıyordu. Günlerden Perşembe ve Aylardan Dolunay’dı. Erdal Pamukdiş rüyasında bir tepenin üzerindeydi. Etrafını görmekte zorlanmasının nedeni havanın kararmış olması mıydı yoksa gerçekten gözlerinin görmemesi mi kestiremedi. Elleri ile bulunduğu yere dokundu, etrafında çimler olduğunu anladı. Ne yapacağını bilemez bir halde “ilerlesem karşıma ne çıkar, geriye gitsem ne olur?” düşünceleri altında ayağını sola doğru bir adım ilerletti.

Erdal Pamukdiş çocukluğundan beri sol ve sağ arasında bir seçim yapacak olsa hep sol tarafı seçerdi. Politik görüşü ile ilgili bir durum değildi bu ama aynı düşünce yapısıyla her defasında “doğu mu batı mı?” diye kendine sorar ve doğu cevabını alırdı. “Mistizmi ve gizemi severim sevmesine de gözlerim görmezken mistizm olsa ne olur olmasa ne olur” diye hayıflandı. İçerisinde korku mu vardı yoksa biraz sonra tepeden aşağı düşeceğini kestirmiş olmasından mıydı bilinmez, Erdal Pamukdiş derin bir nefes aldı ve bir adım daha attı. İşte düşüş başlamıştı. Biraz önce basmakta olduğu yumuşak çimler yerini çakıl taşları ve kumlarla dolduruyordu. Gömülüyorum diye düşündü ve yatağında huzursuzca döndü, yorganına sıkı sıkı sarıldı. Gömülürken yorganına sarılmış olduğunu bilseydi acaba ne düşünürdü bilinmez, rüya içerisinde tam 32 dakika kaldı ve 32 defa gömüldü. Her gömülme anında yumuşak bir elin onu yukarı doğru çektiğini fark ettiği için on ikinci gömülmeden sonra çırpınmayı bırakarak o elin kimin eli olduğunu anlayabilme çabasına girdi. Her defasında kendi kendine“Ah şu gözlerim görecekti ki?” diyordu ama nafile isteklerdi bunlar. Yirminci kez kendisine uzanan eli tuttuğunda kendini ileri doğru itmeyi başararak tutunduğu cismin siluetini elleri ile çizmeyi başardı. Giydiği etekten ve dokunduğu bacaktaki incelikten dolayı olsa olsa bir balerin olmalı bu kadın diye düşündü. Uykudan uyanması ise 32 inci gömülmesinde balerinin elini tutmaması sonrası çığlık çığlığa yataktan doğrulmasıyla oldu. Vücudu eski sobalar kadar sıcak, elleri terlemişti.

O gün, günlerden Perşembe ve aylardan Dolunay’dı. Hanif ağlamayı bırakmış, Şehriye Vakvak son şarkısını söylemiş, Erdal Pamukdiş ise sigarasını yakmıştı. İstanbul derin bir sessizlik içerisindeydi.