25 Ocak 2009

Beyzingen in Groningen met Berfingen Part II: Bardayken


İşte yanda Berfingen'in kaldığı muazzam binayı ve bizi görmektesiniz. Evet eveet o köşedeki alt katta, kocaman camlı yer... 10 gün boyunca Berfuyla sevgili hayatı yaşadığımız, sabahları çay demlediğimiz ve muhabbet üstüne muhabbet yapıp, geyiklerle yerden yere yattığımız yer burası. Groningen dediğimiz yer küçük bir yer kabul ama bütün ömrün geçirebileceği, sevgilin varsa mutlu mesut yaşayabileceğiniz yegane yer de diyebilirim. Bremen bile benim için ikinci sırayı aldı diyebilirim. Gidip çoluk çocuğa karışın, eşinizle barlara gidip için, sabah nasıl olmuş bilemeyin. Bu ileriye giden yoldan devam ettiniz mi, işte bir kaç sol sağ falan yaparak pub mekanlarının göbeğinde kendinizi buluyorsunuz... Süper de oluyor. Gecenin körüne kadar içiyosunuz ya da sohbet muhabbet. Paard adlı bir mekan var ama ben gidemedim. Ya da aynı şeyleri Simpsons'daki Marge'ın ikiz kardeşleri gibi de yapabilirsiniz. Bu ev hakkında çok fazla yazacak bir şeyim yok aslında, ortak kullanım lavobo ve mutfak olayı beni hiç germedi. Komün hayatına karşı önceden bir bağışıklığım vardı belki de ondan.
Groningen de bir sürü değişik bira içtim. Bunlardan birisi ve en güzeliydi bence Belçika birası olan Kwak adlı bira. Ahanda yanda fotosu var! Adının Kwak olmasının nedeni deney tüpü gibi bir nanenin içinde gelmesi ve içerken tüpün incelme noktasına geldiğinizde kwak diye bir ses çıkarması ile ünlü bir bira. o gördüğünüz nesneden çıkarmadan, yandaki tutma yeriden tutarak içiyorsunuz.. Enfes doğrusu... Berf benim yerime içiver kuzum yarın bir gün iyileşince :)
Gelelim asıl mevzuya: tabi ki beni bir barda nasıl mahsur kalmam ve dutch (daş) gibi olan birisi tarafından kurtarılmam oluyor bu. Sarışın erkek benim tipim değil yahu diyen hatun modeline cevabım sen dutchları gördün mü bakem olacak bundan sonra. Benim de tipim değil ama ya bir millet bu kadar mı güzel ve yakışıklı kaynar yalebbim...

Neyse Berfuyla evde bir şişeyi geçkin şarap içip yanında eski dutch peyniri (3 senelikti), Fransız peyniri (Tomme) ve İspanyol sucuğu tadında çiğ yenecek olan Çorizo adlı aparatifleri mideye indirdik.
Dışarı çıksak mı hava çok soğuk tadında bir polemikten sonra çıkmaya karar verdik. Evet ben en soğuk zamanda oradaydım. hava sürekli eksilerde seyrediyordu. Yanda da zaten donarken ki bir fotoğrafım mevcut. Arkadaki kanalın buz tutmuş olması kayabilir miyim acaba burada gibi sorular uyandırdı beynimde ama denemedim.
Neyse bu zor koşullarda bara gittik ve bir süre sonra benim tuvalete gitmem gerekti. Ayıktım gibi bir laf etmeyeceğim, yalan olur. Berfu'nun benden 10 dakka önce kalkıp tuvalete gitmesi ve benim ona bakarak yolu öğrendiğimi düşünmem mahsur kalmama neden oldu. Çünkü Berfin gittiği yer aslında tuvalet değilmiş ve bar tender dediğimiz insan onu uyarmış ve doğru yolu bulmuş. Ama ben nereden bilebilirim ki bunu. Ben giderken berfuya teyit amaçlı yolu sordum o da bak bir kapı var şurada oraya git, aşağı merdivenler inecek, in aşağı görürsün dedi. Bende Berf'in tam kaşıdaki kapıyı gösterdiğini düşünerek emin adımlarla yoluma koyuldum. Kapıyı açtım, aşağı merdivenler iniyordu. Tamam burası dedim. kapıyı kapadım ve etrafıma baktım. Yanda bir kasa portakal duruyodu. Alla alla, ne alaka ki şimdi bu diyerek merdivenleri indim. Duvara yaslı bir kapı vardı karşımda, böyle menteşelerinden ayrılmış duvara konulmuş bir kapı düşünün. Üzerinde dammes (bayanlar tuvaleti) yazıyor. Ben tabi ulen kapı duvara dayalı, arkasında kedinin gireceği kadar bir alan var, ne ola ki şimdi bu diye düşünüp aşağı inen bir merdiveni daha takip ettim. Yerde su birikintilri, yukarıda borular var. Borulardan sular damlıyor ve bir de aksi gibi ışıklardan biri sürekli yanıp sönüyor. Tuvalet falan yok tabi. Bodrum katına inmişim resmen. Geldiğim gibi geri döneyim bari diyerek yukarı çıktım. Yanda portakal kasası, kapıyı zorluyorum. Açılmıyor. Barın içinde bangır bangır bir müzik. Aklımdan ilk geçen şey eğer 10 dakka içinde gelmezsem Berfu beni aramaya başlar, ortalığı birbirine katar oldu.
Bir süre kapıyla boğuştum, baktım olacak gibi değil kapıyı yumruklamaya başladım. üç dört dakka sonra sanırım kapıyı bahsettiğim dutch açtı. Yüzünde bir şaşkınlık, inanamıyor orada olduğuma... Ben sırıtan bir tip, adamın boynuna atlayacaktım resmen.. Bir kaç cümle ettik ingilizce, pardon mardon tadında... Adam da yok falan dedi ama sırıtıyor deli gibi... Utanmasa kahkaha atacak. Yerime gittim oturdum. Rezil bir durum, Berfuya anlatıyorum, neler geldi başıma şöyle oldu böyle oldu diye. O sırada beni kurtaran dutch da dışarı çıkıyor, döndü bana baktı hala gülüyor eşşek herif, bende el salladım artık napayım.
Bir süre sonra dışarı sigaraya çıktım. Sonradan Ekvadorlu olduğunu öğrendiğim bar tender da orada. Şikayet ettim. Söyle patronuna böyle şey olmaz diye konuşup durdum. Berfu'da onaylıyor beni. Ekvador'lu çocuk ne desin "ilk defa böyle bir şey oluyor. Biz oraya yönelenleri uyarır, doğru yolu gösteririz". Yani bir mal sensin tadında bir cevap geldi. Kapının diğer taraftan açılmaması da "for security reasons"mış. Orası da ardiye gibi bir şeymiş. Yahu ardiyede bir kasa portakal dışında bir şey yok. Nasıl ardiye hayret verici bir şey.