12 Şubat 2009

Kırgın Kızgın Berrak

Bir an. Saat sabah yediye henüz gelmiş. Bir yolun kenarından, billboardların önünden yürüyorum. Belli ki yağmur yağacak, muhteşem bir ışık var atmosferde. 'Keşke fotoğraf çekebilseydim' diyorum. Serinlik, havadaki görünmez su damlalarıyla birlikte boynuma dokunuyor. Ne güzel. Her şey berrak. Hava olmak istiyorum.

Dün gece mideme bir bulantı gir(diril)di pek sevgili okur. Empatinin çoğunlukla bir lanet olduğunu düşünüyorum artık. Hele ki söz konusu olan, en ilkel güdüleri harekete geçiren düşünceler ise empati gibi ılımlı zihin hareketlerine hiç gerek yok. Hala 'ben mi büyütüyorum len yoksa' diye düşünmek sinir bozucu, kafamı kessem yeri.

'Eski erkek arkadaştan dost olmaz' ve 'karaktere yapışmış kötü özellikler değişmez, değişemez' tezlerimin doğruluğunu bu kez oldukça sağlam bir şekilde kanıtladım, üzgünüm.


Şöyle bir süre, insan ırkı bir yerlere gitse diye düşünüyorum. Sürekli çarşıya gitse mesela. Ben hariç. Ben kalsam burada, tamamen tek başıma. 'Manhattan'ın nüfus yoğunluğu Alaska'nınki kadar olsa sadece 12 kişi yaşardı' reklamındaki adam olmak istiyorum.

Böyle üzüntülü anlarımda, zihnimde beliren duruluğa hayranım. Bozuk gözlerine gözlüğü ilk kez takmak gibi. Çok tozlanmış bir araba camını silmeye başlamanın ilk anı gibi. Polyanna lakaplı bendeniz aslında, bardağın dolu tarafını görsün de hiç üzülmeyeyim diye kafama baskı uyguluyormuş demek ki.

Yolunmuş yeşilliklerin arasındaki boş banklara bakıyorum. Her gün. Kulağımda 'Acroos the Universe' çalmaya başlıyor. Abbey Road'daki yaya geçidindeki çizgilerden biri olmak istiyorum.

Nothing is real
And nothing to get hungabout.
*