13 Haziran 2009

Dünyanın En Güzel Yeri

İşbu yazı, Hollanda'da yaşayan Berfuma ve Kanada'daki Ablama ithaf edilmiştir.

Bu sabah serviste gelirken yine müzik dinliyor ve gözlerimi kapatmış uykuma devam etmeye çalışıyordum. Mp3 çalarımda, son birkaç aydır durmadan dinlediğim, senelerdir bildiğim halde sanki yeni keşfettiğim Kardeş Türküler albümleri vardı. Bu sürekli dinleme durumu öyle bir hal aldı ki, tam da Yiğit'in dalga geçeceği şekilde aletteki tüm müzikleri sildim ve dönüp dönüp Denize Yakılan Türkü, Dargın Mahkum, Çeşm-i Siyahım, Bugün Güzellerin Şahını Gördüm, Asfur, Evvelim Sen Oldun, Duzgin Bavo, Kerwane ve daha ne türkülere kaptırdım kendimi.

Ben müzik konusunda çok fenayım. Yapılan müzikle frekansı bir kez yakaladım mı, bir süre ondan başka her şey yavan gelir. Bazen herkesin on üzerinden bir verdiği, bögh dediği albümlerle bile yaşıyorum bazen bu durumu. Çözemediğim bir bam telim var, vuran olursa uzun süre tınlıyor. Yani, bir doyma noktası var, o noktaya kadar dinlemek zorundayım, çarem yok. Yol bitti diye üzülmeler, eve gidip kanepeye uzanıp kulaklıklar kulağımda, yemeden içmeden, bütün akşam dinlemeye devam etmeler filan. Zor bir dönem oluyor aslında. Bu durumu yaşadığım grupları, albümleri de hatırlarım: A Perfect Circle (Thirteenth Step) İhtiyaç Molası (1,5 Tanem) Vega (Tatlı Sert) genel olarak Beatles, Sakin (Hayat) falan filan. (Sakin'in bana yaşattığı duyguyu, inanılmaz susadığım bir anda içtiğim bir bardak su gibi anlatabilirim sadece.) Vazgeçtim, hepsini hatırlamıyormuşum, ehe. Yahu, ben hepsine böyle uzun sürelerde doyabileceksem ömrüm benim frekansımdan çalan grupların hepsini birden dinlemeye yetmeyecek, ben söyleyeyim.

Başa döneyim, konuyu kaçırmayayım. Yine bir Cumartesi günü sabahın yedi buçuğunda işe gidiyor olmakla ilgili içimden çok güzel şeyler söyleyerek servise bindim. Fakat bu yol aynı zamanda, Kardeş Türkülerin, iş yerindeki bir arkadaştan yeni aldığım Vizontele albümünü döndüre döndüre dinleme fırsatıydı. Hemen çıkardım aletimi, ittirdim düğmesini, döndürdüm tekerleğini ve bakalım ne olacak diye beklemeye başladım. (ehe) Leyla ile çok sevdiğim bu filmin eğlenceli sahnelerini hatırlayıp, koltuğumda gizli gizli zıpladıktan sonra, rastgele seçeneği sağolsun, Ağırlama 1 ile, bir Altan Erkekli sesi pat diye mevzuuya girdi:

"İnsan memleketini niye sever?
Başka çaresi yoktur da ondan.
Ama, biz biliriz ki, bir yerde mutlu mesut olmanın ilk şartı, orayı sevmektir.
Burayı seversen, burası dünyanın en güzel yeridir.
Ama, dünyanın en güzel yerini sevmezsen, orası dünyanın en güzel yeri değildir."
İlk cümleler için kurduğum empati bir yana, şu son iki cümlenin güzelliği, yalınlığı, naifliği yüreğimi kabartmaya, gözlerimi yaşartmaya yetti. Burayı seversen, burası dünyanın en güzel yeridir. Kendini kandırmaca değil bu, dünyanın en güzel yerinin öznelliğini hatırlama. Ama, babamın yaptığı gibi durmadan ne kadar çok sevdiğini, nasıl da süper olduğunu anlatarak değil, gerçekten seversen, dünyanın en güzel yerine kavuşmuş olursun. İlla kendi memleketini değil, çok başka bir yeri de sevebilirsin, asıl nokta sevmek burada. Ama, dünyanın en güzel yerini sevmezsen, orası dünyanın en güzel yeri değildir. Bu kadar basit. (Sevdiğim yer zaten dünyanın en güzel yeri oluyorsa, dünyanın en güzel yerini sevmemem gibi bir şey mümkün mü? diye sordum. "İnsan memleketini niye sever? Başka çaresi yoktur da ondan" cümlelerine geri döndüm.)

Ben çok etkilendim. Sadece içerik değil, ahenk ve söz estetiği (diye bir şey varsa) de çarptı. Böyle güzellikleri paylaşmak gerek, paylaştım ben de. Bu aralar Berfu ve ablamın çok mutllu olmadıklarını, bu mutsuzluklarının da bulundukları memleketle alakalı olduğunu hissettiğimden; kendime de İstanbul'u rüyalarımda görüp Ankara'ya bok atmayı bunca hızlandırma nedenimin, yaşadıklarımın tüm sorumluluğunu bir şehre yüklemenin rahatlığına bırakmak olduğunu itiraf ettiğimden olsa gerek -paylaştım ben de.

Bu yazıyı, içerikle ilintili, çok sevdiğim bir Nasrettin Hoca fıkrası ile bitirmek isterim efendim. Görüşmek üzere. Buyrun:

Bir gün iki adam gelip Nasrettin Hoca'ya sormuş:
- Hoca, dünyanın merkezi neresidir?
- Eşeğimin bastığı yerdir, demiş hoca hiç düşünmeden.
Karşısındakiler hem gülmüşler, hem şaşırmışlar:
- Nereden biliyorsun ki?
- İnanmıyorsanız ölçün