6 Temmuz 2009

İşsiz Güçlü

Son iki aydır işe geç gitmekle ilgili sürekli uyarılan ben, işe gitmeyeceğim bu ilk sabah (cumartesiyi saymıyorum) dört buçukta uyandım. İçimde uyandırdığı kasvetli ve mistik atmosferden dolayı küçüklüğümden beri hep korktuğum sabah ezanı ve onunla birlikte çığrışan hindimsi sesli kuşlar eşliğinde, oldukça karanlık bir havaya gözümü açtım.

Gece gündüz pıt diye uyumam gereken en bebek yaşımda annemin "bizimle yatıyor bizimle kalkıyor efendim, uyumuyor bu ufaklık" şikayetiyle doktora götürecek kadar uykuyu sevmeyen bir tabiata sahip olan ben; gece dokuzda yatırılıp on iki civarında ancak uykuya dalabildiğim çocukluk günlerimde, perdeleri açıp gökyüzünü seyretme alışkanlığı edinmiştim. Bugüne kadar devam eden bu alışkanlık, bu sabah gözümü açar açmaz, havadaki tek bir yıldızla kip kip diye selamlaşmamı sağladı. Yönümün güney olduğunu bildiğimden Kuzey Yıldızı diyemedim kendisine, çok sevdiğim bir türküye özenip Seher Yıldızı demeyi uygun buldum. Zira ben biriyle selamlaştıysam, sonra mutlaka tanışırım. İlkokuldaki gökyüzü gözlemlerimde, öğretmenimizin gece aramalara çıkacağımı bilmeden küçük ayı, büyük ayı deyip geçiverdiği ders yüzünden ne Cezveler, Bardaklar, Bayraklarla tanışmışımdır. Ayı yoktu yalnız, ne küçük ne de büyük. Pek de merak etmemişim, benim dünyamda benim koyduğum isimlerle var olmalarını istemişim demek ki.

Yıldızım ışık içinde kaybolunca kuşlar devreye girdi. Sevmediğim güvercinlerin, bedenlerinin çok derininden gelen, su altında taşların birbirine çarpması gibi garip bir yankıyla kulağıma varan seslerini dinler ve dinginlikten dinginliğe koşarken, bu kadar dinlenebilmek için çok yorulmuş olmam gerektiğini fark ettim. Belli ki, yaptığım iş yapabileceğimin çok altına düştükçe, kapasitemi doldurmak için çok fazla çaba harcamış ve daha kötüsü bunu görev haline getirmişim. Mesela, çantamdaki minik defterimi hatırladım.. Öncesinde etraftan ve kitaplardan, sonrasında internetin derinliklerinde karşılaştığım alakasız bilgileri bir süre sonra unuttuğumu fark edince bu deftere not almaya başlamıştım. Şimdi bir baktım da Mayakovski'nin Pantolunlu Bulut'unu; The Wall'un Live in Paris DVD'snin mutlaka izlenmesi gerektiğini; fotoğraf çekerken ASA değerlerinin işlevini; Avant Garde akımın nadide bir alt akımı olan Asemic Writing'i ve yaptığım örnekleri; Tsim Tsum'un ne anlama geldiğini; Sidney Finkelstein ve Halim Spatar adlı yazarları ve okumak istediğim kitaplarını; Adem Eyüp Yılmaz'ın Edebiyat ve İntihar'ını; İspanyol mimar Antoni Gaudi'nin eserlerinden ne kadar çok etkilendiğimi; beni etkileyen naif ve/fakat derin dizeleri; Bossa Nova'nın anlamını; Alev Alatlı'nın Safsatalar Klavuzu'nu; Tamburada'nın elemanlarını; A Dog of Flanders'ı ve daha birçok alıntıyı, etkilenmeyi, üzerine bir sürü okuma yaptığım her şeyi not etmişim.

Tüm bunları görünce - müzik arşivi oluşturma takıntımın, müzik dinleme isteğimin önüne geçmek üzere olduğunu ilk fark ettiğim zamanki gibi- gözü dönmüş bir kurtmuşcasına oradan buradan biriktirdiğim bilgilerin, zihnim için aslında mastürbatif bir işlevi olduğunu kavradım. Son bir veya bir buçuk yıldır hasıl olan bu durum, beni hiçbir şekilde tatmin etmeyen bir işin götürülerini dengelemek için kurduğum bir sistem gibiymiş. İşten çıkarıldığımı öğrenir öğrenmez üzerimden kalkan ağır yük, kendi kendime sırtıma aldığım bu dengeleme mekanizmasının yükü; bu huzurlu dinlenme, hayattan zevk almamı sağlayan minik şeylerin görevlikten istifa edip tekrar zevk haline dönmesinin dinlenmesiymiş.*

Saat yediye yaklaşırken, araba sesleri, uzun uzun çalan saat alarmları ve açılıp kapanan kapılarla birlikte hayat yeniden başlıyor. Karanlıktan aydınlığa doğru tüm nesnelerin ve seslerin tekrar şekil aldığını görmek çok güzel bir deneyim. Zira kafamda da, uzunca bir süredir donup kalmış şekillerin çözüldüğünü, yepyeni hallere büründüğünü, gecenin sona erip hayatın tekrar başladığını hissediyorum. Belli ki, sabahın köründe uyanarak, zihnimdeki bu dönüşümün gerçek hayatta da bir karşılığı olduğunu görmek istemişim. Semboller değerlidir.

Velhasıl velkelam, işsizim, güçlüyüm. Özgür olduğumu, genç olduğumu, değerli olduğumu, akıllı olduğumu unutmuşum, hatırladım. (Özgürlük meselesi biraz farklı gerçi, unutmaktan çok kaybetmiş gibiydim.) Şimdi, ne geleceğimle ilgili bir plan yapacağım (Kaş tatili haricinde, ehe.) ne de mesleğimle ilgili derin düşüncelere dalacağım. Sadece kitap, müzik, yasemin çayı, balkon, dostlar, şarap, hayaller olacak bir süre. Sezilerimi önüme katıp yaşamanın tadını çıkarmak, güzel de bir tatil yapmak lazım. Gece kumlara uzanıp, sessizlik içinde gökyüzündeki yıldızları seyretmek istiyorum; cezveleri, bardakları...

*Veyahut durum, az önce keşfettiğim ve okumayı çok istediğim Amak-ı Hayal'den Aynalı Baba karakterinin bilgili olmak üzerine söylediği gibidir: "İnsanın bilgisi nedir? Bencillik ve zevklerin ihtiyacı olan san'atlara ait şeylerdir"

*** Bu yazıyı, 6 Temmuz'da yazıp 11 Temmuz'da yayınlıyorum. Bir daha dört buçukta kalkmadım hiç. Ama her sabah yedi buçuk civarı uyanıp sekizde kalkıyorum bir haftadır. Bu güzel bir şey, pek bozmak istemiyorum.