26 Haziran 2008

Giz

Annem ve babam, Ankara'ya beraber geldiklerinde, ben odamı babama veriyorum. Zira, oturma odası mutfakla birleşik ve diğer odalara çok yakın. Ayrıca babamın tek hayatı televizyon haline geldi uzun süredir. Kabloluya ek yapıp (aman kimse duymasın) eski küçük televizyonu odama koydum. Böylece babam, rahatça hareket edip (spor- milli takım için namaz) aynı anda televizyon izleyebileceği aydınlık bir odaya kavuşuyor. Biz de evin geri kalanını rahatça kullanabiliyoruz böylece. Evde Baba'nın olması, sadece Anne'nin olmasından ayrı bir sorumluluk getiriyor çünkü. Rahatça sigara içebilme, muhabbet edebilme özgürlüğü, 'babam hariç' ailemize güzel oluyor.

Bu durumda ben nerede uyuyorum /kalıyorum? Arkada, apartman boşluğuna bakan odada annemle birlikteyim. Orası, annemle benim odam oluyor. Onlar, yirmi gün kadar uzun bir süre Ankara'da kalmaya karar verince, elbette bendeniz "odasını çok seven"e bir fenalık geliyor. Ama aslında, akıl hocam annemle aynı odada kalıp yastık muhabbetti etmek çok güzel.

Ben, bu anne-beraber geceler boyunca, defterime yazmaya devam ediyorum. Uyumadan önceki birkaç on dakikayı defterime ayırıyorum. Sabah ise, yatağımı düzeltirken, defterimi de pijamalarımla birlikte yastığım yanına yerleştiriyorum. Üzerine yorganı örterek. Sanki, tüm ergenlik (ortaokul-lise) dönemim boyunca, çalışma masamın üzerine rahatça bırakıp, akşam eve döndüğümde hiç dokunulmamış olarak bulduğum -bazı işaretler bırakıp sınadığım ve yine hiç dokunulmamış olarak bulduğum- defter benimki değilmiş gibi. Gizliyorum.

Bugün annem- babam, saat üç gibi yola çıktılar. Ben işteyken. Eve geldiğimde, tüm çamaşırları ve nevresimleri yıkanmış, tüm evi temizlenmiş, birkaç günlük yemeğimiz hazır edilmiş olarak buldum evi -anne eli. Defterim, yine hiç dokunulmadan, arka odadaki küçük sahpanın üzerine konmuş. Utandım.

Nereden gelir de gitmez bu gizlemek arzusu?