24 Haziran 2008

Nes Kahvesi

Yalvaç'ta bir kadın, misafirlerine böyle dermiş:

-Türk kahvesi mi alırsınız Nes kahvesi mi?

Benim de her defasında "Türk kahvesi Nes kahvesi, hani bunun ilk kahvesi" diyesim geliyor. Ve fakat konumuz bu değil.


Nesistan illerinden gelen bu nadide kahve çeşidi, irademi sınama konusunda sürekliliğe neden oluyor. Lisede önce Berfu'dan ve ablamdan özendiğim, sonra hakikaten uykumu kaçırdığını anlayarak uzun test çözme gecelerinde alışkanlık haline getirdiğim güzel bir içecek kendisi. Ayrıca, "güzel eşofmanlarıyla camın kenarına oturup ayaklarını göğsüne çekmiş, elinde kahve dolu asortik kupa ve kucağında kedi ile huzurlu bir şekilde dışarıyı seyreden, bu nedenle yüzünü göremediğimiz yalnız ve güçlü kadın" resminin ilk adımını tamamlama şansı veriyordu bana neskafe. O sıralar fellik fellik asortik kahve kupası arayışım bundandır. Kedim olduğunda ise çoktan o resimdeki kızın mal olduğuna karar vermiştim.

Neskafeyle mücadelem üniversitenin ilk yılında başladı. Yanlışlıkla geçtiğim için okuyamadığım hazırlık sınıfı bana, paso İngilizce okuyup yazacağımız bölümün ilk yılında önüme konan hayvan gibi kitapların bir çeptırını ancak beş saatte okuyup bitirebilme mirası bırakmıştı. Elimde, artık folloş olmuş minik Redhouse sözlükle, seyyar soğan -patitizcinin sokaktan geçmeye başladığı saatlere kadar diplomatik histori, politikıl sayns okuduğum gecelerde, kazan büyüklüğündeki asortik kupamla altı -yedi tane götürürdüm bu meretten.

Hiç unutmam, o zaman yanında kaldığım ablam, odamın kapısında durup bana, bir gece ders çalışırken iyice ayık kalmak için koyu bir kahveyle kolayı karıştırıp içtiğini ve kalp çarpıntısı ve mide ağrısından arkadaşlarının kendisini nasıl acile götürdüğünü anlatmıştı. O gün anladım ki, içten içten elimin ayağımın titremesi, midemin yanıklığı filan, afedersiniz öküz gibi neskafe içmemden kaynaklanıyor. O günden itibaren fincanları saymaya başladım. Yani mücadelenin ilk günü...

Daha ilk günden anladım ki, bende neskafe bağımlılığı başlamış. Zira kendisi, içmediğim her an aklımda! Bağımlılık lafına bile alerjisi olan inatçı bir kişi olarak hemen bir çözüm buldum. Dedim ki kendi kendime, aslında ben ders çalışırken sıcak bir şey içmeye alışmışım, illa kahve olmasına gerek yok yani. Ertesi gün, nereden bulduysam (artık piyasada sadece ilaç olarak var) bir paket Oralet aldım geldim. Oh, iç Allah iç. Gecelerim Oraletle geçiyor. Onsuz yapamıyorum. Ketılı yanıma almışlığım bile var! Güya kendimi kahveden kurtarıyorum, iyi bir şey yapıyorum ya, illa boku çıkacak yani.

Kremasız ve şekersiz, zift gibi kahve alışkanlığından sonra aşırı şekerli geldi tabi. Bir süre sonra içim bayıldı. Uzun bir süre değil oralet, kalsiyum sandoz bile içmedim. Fakat "benim kahve değil, sıcak içecek alışkanlığım var" düşüncemden vazgeçmedim. O günden beri, direk kaynar su içmeyi seven bir insan oldum. Günde en fazla üç fincan sınırımı zamanla ikiye indirdim. Üniversitenin geri kalan yıllarında bu sınırı nadiren geçtim. Aferin dedim kendime. Ancak, içtiğim kahveleri sayma, daha fazla içmemek için kendimi durdurma, canım çok istediği zaman irademi sınama gibi alışkanlıklar bıraktı bana.

Son birkaç haftadır, iş yerinde üç, hatta bazen dört fincan içiyorum. Acayip canım istiyor bu ara nedense, ben de kendimi tutmuyorum. Bünyem "firiidıııım" diye çığırıyor, ben de serbest bırakıyorum. Ama yeter artık. Bugünden itibaren ver edeceğim kaynar suyu yine.

Resim: Tolga Özbakır