18 Temmuz 2008

Bir kuble uykucuk

Her gün 5 saatten hafta da 25 saat Almanca dersine gitmemden dolayı olacak ki ders bitimlerinde üzerime felaket bir ağırlık vuku buluyor. Bu ağırlığın tasviri mümkün değil ama söyleyeyim. Sabahları erkenden kalkacağımı bilmeme rağmen her gece 2'den önce yatmayarak sabahları gözümü yarım yamalak açailiyorum. Erken kalkmaya alıştım, hiç sorun değil. Ancak dersten sonra o eve gidiş yolu yok mu beni çileden çıkarıyor çünkü her seferinde gözlerimin kapanmaya başladığını hissediyorum. Bugün de aynı şey oldu malesef.
Servise bindim ve Tandoğan'dan geçecek misiniz diye sordum. Bu soruyu her servise binerken sormak zorunda kalmam beni ayrı bir çıldırtıyor ama alıştım bile. Kaptan "tabi abla geçeceğiz" yanıtını verdi ki genelde sadece başları ile evet anlamına gelen ve "uff gene bir Tandoğan yolcusu, şimdi işin yoksa yolunu uzat" diye aklından geçiren şoförler ile karşılaşıyorum. Servis çok dolu olduğu için sevdiğim köşe tarafa geçememenin verdiği hüznü bir an da olsa yaşadım. Ardından Janis Joplin'den I Need a Man to Love adlı güzel şarkıyı dinlemeye başladım. Daha servis Bilkentten çıkmadan gözlerimin açılmadığını ve hiç bir zaman onları açamayacağımı düşünmeye başladım. (En garip huyum hiçbir zaman olmayacak şeyleri sanki olması çok normalmiş gibi düşünmem sanırım.) Servis Sıhhıye noktasına yaklaşırken ben çoktan derin bir uykuya dalmıştım. Rüyamda ne huriler ne de börtü böcek gördüm. Yanımda oturan kızın beni tek parmağı ile dürtmesi ile uyandım. Bana komik gelen şey ise kızın sanki yanında bir vebalı uyuyormuşcasına(ki muhtemelen uyandırmaktan çekindiği içindi bu) işaret parmağı ile "ulen senin yüzünden ineceğim durağı kaçıracağım" edasıyla tek bir dokunuşla, dokunuş yerine dürtme kelimesi daha doğru olacak, beni uyandırması oldu. Uyandığım zaman Janis Joplin'den Half Moon çalıyordu. Demek ki uzun bir süre uyumuştum. Yanımda oturan ve beni vebalı yerine koyan yolcudan onu zor bir durumu soktuğum için özür diliyorum!
Bugün olan başka bir enstantene ise Goodbye Lenin adlı filmi derste izlememiz. Asıl anormal kısım ise filmin kendisinin zaten Almanca olmasının yanında hocanın Almanca altyazı koyması oldu. Filmi 3. kez izliyor olduğum için ne söylediklerini az buçuk anlayabiliyor ve hatırlayabiliyordum ama sınıfta hiç izlememiş olandan "abi şimdi niye bu kadına gerçeği söylemiyorlar ki" diye sesler yükseldi... Tabi bizim Almancamız kadının tekrar komaya girme ihtimalinin olduğunu anlamaya yetmiyordu ki fimde bu ihtimali bir doktor söylemişti. Zaten gerçek hayatta bile yanına gittiğinizde doktorların ne söylediğini anlayabilmek için özel bir görevli falan tutmak gerekiyor bir de Almanca söyleyince hiçbir şey anlamadan bakan mal topluluğu gibi olduk.