18 Ocak 2009

Beyzingen in Groningen met Berfingen Part I: Giderken


Evet evet Berfu’yu görmeye Groningen’e gittim.. Hangi kısımdan başlasam anlatmaya: absürt yolculuk kısmından mı yoksa bir barda mahsur kalmamdan mı yada Berfu ile neler yaptığımızdan mı?

Berfu’nun istediği bir milyon şeyi çantama doldurmak bir gecemi aldı. Aslında kabul ediyorum ki çok bir şey yoktu ama yer kaplıyordu. Son gece peynirli börek yaptım, valize attım. Şimdi size garip gelecek ama aylardır güzel bir yufkadan börek yemeyen bir insan Berfingen’in çektiği sıkıntıları anlayabilir. Evet, sana diyorum yurt dışındaki okuyucu! Acaba sucuk götürsem mi ki gibi bir düşünce de içimden geçse de Berfu’nun “olum Talib dedi ki et ve süt ürünü getirenlerin bazen sadece yiyecekleri değil kendileri de yurtdışına alınmıyormuş.” Tabi bu cümleden sonra boşver ulen sucuğu, sanki hep sucuk yiyoruz diye düşündüm.

Her şey pasaport kontrolündeki Türk görevliyle karşılaşıncaya kadar iyi gidiyordu. Aslında garip bir olay vardı ondan önce. Check-In kuyruğunda beklerken yurdumun nadide teyzelerinden biri, hani Almanya ya da Hollanda da yaşayan, iki millet arasında kalmış kişiler vardır ya işte onlardan biri, elindeki bir valizi benim arkamdaki hatuna yamalamaya çalıştı. 20 kilo kotasını geçiyormuş, parası yokmuş. Hatun almak istemeyince de “hepimiz Müslüman değil miyiz?” tadında cümleler kurarak 10 dakika boyunca kızı ikna etmeye çalıştı. Aynı kadını bir sonraki paragrafta tekrar göreceksiniz. Ancak şimdi pasaport kontrolündeki polise dönüyorum. Kendisi beni bir milyon sorgudan geçirerek çıkış belgesine uyduruktan bir damga basmak için 5 dakika boyunca terletti. En normal insan bile orada terleyebilir aslında ve bende “Len bu adam yüzünden gidemeyeceğim” gibi düşüncelere kapıldım. Yanımdaki diğer pasaportuma da bakıp “sanırım sürekli yurt dışına çıkıyorsunuz” demesi üzerine de evet mi hayır mı demem gerektiğini bilemedim. Neyse sonuçta kontrolden geçtim.

Uçağa adımımı attım ve koltuğumu bulmaya çalıştım. Aslında pencere kenarında oturacak olmama rağmen yerimi kapmış iki çift vardı. Ses çıkarmadım ancak teyzemi gözüm bir yerden ısırıyordu. Oturdum sakin sakin Masumiyet Müzesini okumaya başladım. Ta ki teyze ayaklarının altında duran bir valizden yiyecek bir şeyler çıkarana kadar. Evet evet bu kuyruktaki Müslüman teyzemdi. Önündeki poşetten bir bütün ekmeği çıkardı, kınalı elleriyle böldü ve eşine uzattı. Ortamı bir et kokusu sardı. Ulen hani et getirmek yasaktı, bir de uçağa almışlar şunlara bak diye düşünürken teyze bir parçayı daha böldü ve “kızım al sende ye, acıkmışsındır” dedi. Ben çaresizlik içinde yok yok istemiyorum, sağ olun diye cevap vermekle yetindim. Şu anda tam hatırlayamasam da teyze gene Müslümanlıkla ilgili bir söz etti. Ben kibar bir şekilde istemedim. Konu kapandı.
Aradan bir süre daha geçti. Hostesin uzattığı kulaklığı takıp biraz müzik dinleyeyim bari diye düşündüm. Bu sırada Müslüman teyzem örgü örmeye başlamıştı. Benim yanımda oturan kocası ise yeleğinin cebinden bir şeyler çıkarmaya çalışıyordu. Ancak kulaklık girişi amcamın ellerini iki yana rahatça açmasından dolayı onun kolunun altında kalmıştı. Tabi ben bir kez daha dellendim. Koltuğun kolunda olan girişe nasıl ulaşacağım şimdi diye düşünürken amcaya dönüp biraz sesli bir şekilde “amca ben buradaki aleti kullanacağım” dedim. Amca önce anlamadı ama ben koltuğun kolunu gösterince amca ellerini kendine doğru çekti. Ancak amcanın anlayışlı sandığım davranışı sadece 5 dakika sürdü. Ben kanalları ayarlamaya ve sesi kısıp açmaya çalışmak için gene amcanın kolunun altından bir parmağımı sokmak zorunda kaldım. Amcanın dünya umurunda değildi, zaten bütün uçakta onundu. Beni ise Müslüman olduğu için uçağına almıştı sanırım.

Bu sene çok yorulduğumu bilen bilir. O yüzden bu tatil beni çok sevindiriyordu ancak uçağın düşeceği gibi bir his de vardı içimde. Denizin her yolculuğa çıkmadan önce veda mektubu yazması aklıma geldi, kendi kendime güldüm. Yanımdaki Müslüman teyze bu sefer de elindeki örgüyü bırakıp Kuran okumaya başlamıştı. Tamam! Kuran da okunuyor düşmez benim uçağım dedim.