14 Ocak 2009

Daima Badem Gözlü / Sırma Saçlı

Şeker Bayramı'nda Yalvaç'taydım. Annemle oturma odasında bir yandan ceviz kırarken (sonra hepsi tatlı üstünde, kek içinde yendi bir güzel, mmm) bir yandan televizyon izliyorduk. Denk geldikçe izlediğim Bir Yudum İnsan belgeselinde Uzay Heparı anlatılıyordu. 1994'te, ben on birimdeyken hayatını kaybetmiş. Ablam ve ekürisinin nasıl üzüldüğünü hatılıyorum o zaman. Hatta, ablamın bir arkadaşı onun fotoğrafını çerçeveletip evin girişine astığı için babasından "bu ne lan, her gün tanımadığım adam mı karşılayacak beni" diye azar işitmişti.

O gün, muhtemelen benim şimdiki yaşlarımda ölen bu yakışıklı ve çok yetenekli insan için çok fazla üzüldüm. Daha doğrusu, içimde adını koyamadığım bir duygu patlaması yaşandı, üzüldüm herhalde diye tahmin ettim. Sonra birden, aynı adsız duygunun Batman: The Dark Knight izlerken de içime girdiğini hatırladım. Filme gitmeden birkaç gün önce öğrendiğim Heath Ledger'ın ölümü, sinema salonunun o karanlık ve duygu-yoğun ortamında Joker'i her gördüğümde filmi bana bir cehennem etti. Ölüm haberini almasaydım da hayran olacağıma emin olduğum oyunculuğu, durum itibariyle 'böyle bir oyuncu nasıl ölür lan, bir yanlışlık olmalı'ya dönüştü. Koca kız olduğum için hemen yanlışlık olmadığına kanaat getirince, tüm hislerim boğazımda izledim güzelim filmi.

Aynı his Nuri Bilge Ceylan'ın Uzak adlı muhteşem filmini izledikten sonra da geldi boğazıma çöktü. Film boyunca oynadığı karaktere kah sinir olduğum, kah acıdığım; oyuncu olduğunu düşünmediğini ifade eden ve muhtemelen bunun için inanılmaz samimi bir oyunculuk sergileyen Mehmet Emin Toprak bir trafik kazasında hayatını kaybetmiş. Yirmi sekiz yaşında. Aynı zamanda N.B.Ceylan'ın yeğeni de olan bu güzel yüzlü oyuncunun Emine Ceylan'ın (sanırım yönetmenin kardeşi) sitesinden bir çocukluk fotoğrafını buldum. (Sağda) Bir ölünün geçmiş yaşantısından bir an görmenin, zaten büyük olan etkiyi defalarca katladığını düşünüyorum. Mehmet Emin Toprak'ın oynadığı diğer Ceylan filmlerini henüz izlemedim. Ama izlerken yine aynı çekilmez hissiyat içinde olacağıma eminim.

Berfu'nun bir arkadaşı, art arda birçok yakınını -çok erken yaşlarında- kaybetmiş. Berfu'yla bu konu hakkında konuşurken bile gözlerimi ayıra ayıra 'insan böyle bir şeye nasıl alışır' sorusunu ısrarla sorduğumda fark ettim ki, on birimde iken ileri yaşından dolayı kaybettiğimiz (uzun zamandır bekleniyordu) babaannem dışında neredeyse hiçbir ölüm vakası yaşamadım hayatımda. Ağzımı hayra açayım, böyle şeyler konuşmayayım gibi takıntılarım yoktur; fakat bahsetmesi bile kötü tabi. Alışıldığını hiç zannetmiyorum, elbette alışılmazdır ölüme. Ama, bir yakının ölümünden sonra yaşamaya devam edebildiğini gören biri, bununla nasıl başedilebileceğini de öğrenmiş olduğunu düşünüyordur herhalde.

Az uyuyan bir çocuk olarak yatakta durup dururken ya anne babam ölürse diye düşünüp hüngür hüngür ağlayan (uyuyamayan kişi hep kötü şeyler düşünmek zorundadır ya); hemen hemen ilk evcil hayvanımız olan muhabbet kuşumuz Cafer öldükten sonra arka balkona kaldırdığımız kafesini gördükçe gözleri dolan, Barış Manço'nun ölümünden sonra, içindeki bu pis acıyla ne yapacağını bilemediğinden bir hafta boyunca sabah akşam hüngürdeyen (aslında tüm aile o durumdaydık) bir ölüm-geçmişim var. Eminim birçok duygusal insanın, çocukken ölüme karşı verdiği tepki farklı olmamıştır. Yine de, hiç tanımadığım insanların kayıplarına duyduğum acı /üzüntü /şaşkınlık /adı her neyse toplamı acayip duygu selinin, bir yakınımın gitmesi durumunda ruhum tarafından nasıl karşılanacağını hiç bilmiyor olmam, beni hep korkutuyor.

Cevizlere dönelim. Uzay Heparı için kimbilir kaçıncı kez nasıl olur da bu kadar süper bir şahsiyet ölmüş olabilir dediğimde annemin artık beni pek sallamadığını gördüm. Sonra anneme o acı, o retorik soruyu sordum: Çok yakışıklı olduğundan, çok beğendiğimden, ayrıca süper yetenekli bir müzisyen olduğundan bu kadar üzüldüm di mi, çirkin ve normal bir adam olsaydı yine üzülürdüm ama daha çabuk geçerdi di mi anne? (Evet.) Hayatın, güzellerin leyhine, adaletsiz çalıştığı kesin. Ama aslında, bire bir tanımadığın birine üzülme oranın, özellikle senin ilgi alanında dünyaya ne kadar büyük izler bırakmış olduğu ile ilgili belli ki. (Çok yeni bir şey söylemediğimi biliyorum, ben de şu anda düşünmüş değilim sayın bu ne len, ucuz felsefe diyen okur, öptüm seni, ehe.) Karar verdim, işi gücü olmayan bir deli gibi, akşamları yattığımda Heath Ledger gitti Joker'i bir daha kimse oynayamaz, kimse Uzay Heparı gibi Deli Kızın Türküsü yapamaz, Nuri Bilge nasıl da üzüldü kimbilir vs. diye düşünüp üzülmek yerine, olaya onların gözünden bakıp gururlanacağım. Böyle çizgi dışı insanların aslında fark etmeden istedikleri ölüm böyle olsa gerek.