19 Mart 2009

Bana Eviğeytırla Gelmeyin

Dün akşam o kadar sinirlendim o kadar sinirlendim ki, sinirlendiğim şeyin bir film olduğunu bile unuttum. Evet bir film, adı da Aviator nalet şeyin.

Her şeyden önce bir içeriden görünenler bilgisi vereyim: Ben keyfi severim, hem de çok. Ama keyiflenme amacıyla başladığım bir şeyi, hiç keyif almasam da yarıda bırakmam, bırakamam. Benim bir filmi, bir kitabı yarıda bıraktığım görülmemiştir. Bir şekilde yarıda kalmışların hepsi de bir liste halinde kafamda durup beni sürekli rahatsız eder, önünde sonunda geri döner bitiririm. Sinemaya gidip de filmin yarısında çıkanları filan şaşkınlık içinde dinleyişim bundandır. Ha, ne kadar sevmediysem o kadar dikkatli izliyorum /okuyorum bir de. Ah ah, hayat bana zor şekerim.

Şimdi... Bu filme diyeceğim iki çift laf var:

Beni iyi dinle seni gidi film gibi: Benim akşamlarım değerli arkadaşım! Toplamda tam on iki saatim işe ayrılmış durumda zaten. Akşam 20:00 -24:00 saatleri arasındaki 'teneffüs' zamanımı boşa harcamayayım diye akşam yemeklerini bile kestim, öyle söyleyeyim belki daha iyi anlarsın. ("Yemek hazırla -ye- bulaşık yıka" vakitlerinden tasarruf.) Ayrıca, gezmeye tozmaya da meraklı bir insan olduğumdan, evde geçireceğim zaman genellikle planlıdır. O akşamı evde geçireceksem öğle yemeğinden sonra planımı yapmaya başlarım. Hele bir de o gün bir şeyler becermişsem, kendime aferin dediysem o planlar bir şeker olur ki, mmm.

Dün de çok yorucu ve bol 'aferin'li bir gündü. Kendime bira ve patlamış mıdır eşliğinde süper bir film izleme ödülü verdim. Biraları alırken canım bakkalımız Murat'ın Yiğit'i sorması üzerine yaptığımız asker muhabbeti sırasında patlamış mısırı almayı unutmam bir şeylerin ters gideceğinin göstergesiydi zaten. (Tam şu anda gözümün önündeki sahneyi sizinle paylaşmak istedim: Len evde mısır vardı sanki? Var mıydı ki? Len? Evde uçan o güve kelebeği? Hayııırrr!)

Geçen hafta tesadüfen No Man's Land adlı filmi izlemiştim. (Solda, en sevdiğim sahnesinin fotoğrafı var.) Hakkında hiçbir şey bilmeden izlediğim filmlerin böyle muhteşem çıkması ne büyük bir sevinçtir öyle! Savaşı böyle manidar ele almış, bunca ödüllü bir filmi duymamış olmam da ayıp tabi, zarardan döndüm işte. Türkçe'ye Tarafsız Bölge diye çevrilen bu kara komediyi izlemediyseniz çok ayıp ediyorsunuz (ehe.) Yönetmen Danis Tanovic'i biraz araştırdım ve daha sonra izlemek üzere L'Enfer adlı filmini edindim. İşte, dün akşam izlemeyi kafaya koyduğum film buydu. Ama ben, geçen haftaki şansımı baki zannederek "o film nasılsa iyidir, başka bir film izleyeyim bari" dediğim için nalet Aviator filmini başlattım.

Ne zaman başladı bilmiyorum ama filmleri hep katman katman düşünme alışkanlığına sahibimdir. En arkada duran katman süreklidir, ana konuyu oluşturur, tüm film boyunca kesintisiz olarak devam eder. Onun önünde kesintili ama büyük parçalardan oluşan bir katman daha vardır. Bu parçalar genelde, filmde başrol oyuncusu kadar iz bırakan ama başrol oynamadığından "yardımcı oyuncu" filan denilen karakterin yarattığı hikayedir. Üçüncü ve diğer katmanlar çok parçalı veya tek ve küçük bir parçadır, kesintilidir, arkadaki diğer iki büyük katmanı desteklemek için vardır. En iyisi çizerek anlatayım:

Filmde sürekli olan tek konu adamın hastalığı olduğundan (uçuş sevgisi, mükemmeliyetçiliği filan hep buna bağlıydı), onu birinci katman olarak ele alıyorum. Fakat öyle zayıf bir katman ki bu hastalık, sırf alakalı alakasız filmin içine girmiş diğer parçaları bağlamak için sürekli kılındığı, ana konu hale getirildiği çok belli. İzleyici olarak benim görüş oklarım, filmin arkasındaki boşluğa (bkz. şekil) sık sık değdi ve irkildi maalesef. Ha, sık sık derken, toplam üç saat içindeki sıklıktan bahsediyorum. Dışarıda mevsim değişti, kar yağdı filan, film devam ediyordu, öyle söyleyeyim.

Film, Howard Robard Hughes adlı milyonerin gerçek hayat öyküsünü anlatıyor. Kendisini hiç sevmeyip oyunculuğunu çok beğendiğim'ler familyasından Leonardo Di Caprio'nun oyunu gerçekten çok iyiydi. Fakat işte, yetmiyor be canım. Filmin, Yiğit'in çok sevdiği yönetmen Martin Scorsese'ye ait olması durumu daha da kötü yapıyor. Boş anına denk gelmiş herhalde.

Velhasıl velkelam, 20:00'de başlatıp, molalarla 23:30 gibi biten bu 170 dakikalık, 5 Oscarlı filme pijamamı giyerken, yatağıma yatarken, rüya görürken filan saydım sövdüm. Yiğit'in "IMDB'de 7.5 puan üzeri filmlerin iyi olması" tezini çürütmemek için girdim siteye, bir (sayıyla 1) puanımı verdim. Hayır, haksızlık yaptığımı düşünmüyorum. İzleyiciyim ben, acımasızım. Vaktiniz bolsa, ama çok çok bolsa, buyrun izleyin. Ama çalışan okuyucularıma hiç tavsiye etmem.