(Devotchka -till the end of time)
İş yerinden Gül diye bir arkadaş var. Sağolsun, ailesinin Kartalkaya'daki dağ evine bizi aylardır çağırdığı halde bir türlü gidecek fırsat bulamamıştık. Ha, bu arada kendi aramızda Gül'ün arkasından "zengin len bunlar galiba, dağ evi filan diyor filmlerdeki gibi eheüeho" diyor, dağ evimiz olmadığı için kendisine bok atıyorduk, doğrudur. Neyse efendim, bu kez bir ay önceden 21-22 Mart tarihlerimizi rezerve ettik ve cumartesi günü iş bitiminde, on iki gibi iş yerinden beş kişi yola çıktık. (Buraları hızlı geçiyorum ki ana konuya geleyim.) Yol üzerindeki Forum Ankara'daki Kipa'dan delicesine alışveriş yaptık. Bir buçuk iki saatlik yolculuk boyunca kar kalınlığının gittikçe nasıl yükseldiğini gördük. Kındırga Köyü'ne (sanırım buydu adı) yaklaşınca Gül, evin bakıcısı Seyfi'yi aradı. Seyfi, benzinlikten ötesinin çok karlı olduğunu, oradan bizi alacağını söyledi. Arabamızı benzinliğe bıraktık ve Seyfi'nin harbi arazi aracına (öyle şehir cipi değil), Kipa adlı sayısız poşetlerimizle birlikte sığıştık. Aşağıda, cip esnasında ve bitimindeki halimiz görülüyor:


Dağ evinin fotoğrafını da hemen aşağıda görebilirsiniz. Hani, Türk filmlerinde Nuri Alço masum kızı dağ evine kaçırır, kristal bardakta ilaçlı içkisini verir, üst kattaki odada tecavüz eder ve alt katta yanan şöminenin yanına gitmek için merdivenlerden bornozuyla iner ya. Burası işte:
Evet, evin doğru düzgün bir fotoğrafını çekmediğimiz için üstte gördüğünüz fotoğrafı bu siteden aldım. Zira burası eskiden Bolu Bungalov adlı bir pansiyonmuş. Biz oradayken kar daha da fazlaydı ama hava çok yumuşaktı. Kadayıf üzerine kaymak dediğimiz türden bir güzellik. Dedim ya, 21 Mart canımdır ciğerimdir.
Gelir gelmez mutfağa girdik, yiyecek ve içeceklerimizi hazırladık. Seyfi Efendi mangalımızı yaktı, sucuklarımızı köftelerimizi pişirdi. (Heyt be.) Geniş dağ manzaralı süper verandadaki masayı kurduk ve güneş gidinceye kadar demlendik, keyif çattık.



Evde toplam üç oda var. Her biri oldukça geniş ve içinde kendi tuvalet -banyosu var. Gökçe ile birlikte kaldığımız oda masal odası gibiydi. Hani ortaokulda çizilen resimlerdeki gibi.. Düşünüyorum da, buraya pansiyon olarak gelseydik 'iyiydi, pek güzeldi' filan der geçerdim muhtemelen. Ama tanıdığın birine ait, bildiğin "ev" beklentisiyle gidip de böyle bir şeyle karşılaşınca bir acayip oluyor insan.


Gece 12 gibi yattığımızdan sabah çok geç kalkmadık. Uyandığımzıda dışarıda lapa lapa kar yağıyordu, sabah sabah evin her penceresinden bir kız bakıyordu. Sonra, o caanım mutfağın içinde caanım bir kahvaltı hazırladık. Mutlulukla bir ilgisi vardı:


Yemekten sonra elbette yürüyüşe çıktık. Ben sincap, tilki filan görürüz diye çok umutluydum ama maalesef ayak izleriyle yetindik. Eve girdikten sonra da seslerini duydum. "Şüphesiz ki Deniz bizi göremez, fakat biiiz, varlığımıza dair mesajlarımızı kendisine indayrekt veririz" dedi galiba hayvanlar. Amenna ve saddakna.

Dağlardaki ormanlar, kışın yapraklarını döken karaağaç cinsi ağaçlardan oluşan ormanlarmış. Bu yüzden çok değişik bir görünümü vardı. Üzerindeki bulutla birlikte biraz esrarengiz görünüyordu açıkçası.
Saat ikide Seyfi Efendi cipiyle bizi almaya geldi. Eve ve güzel tatile elveda dedik. Benzinliğe gittik. Arabamızı aldık ve Ankara'ya yola çıktık. Haziran'da, bu kez her yer yemyeşilken gidelim diye söz verdik. Hadi bakalım.