6 Mayıs 2009

Koş Abidin, Mutluluğun Resmini Çizdim

Dün gece, ilk kez Hıdırellez'de bir dilek diledim. Beyza'nın hemen aşağıdaki yazısının yorumlarından da görebileceğiniz gibi, hain kuzenlerim (işbu yazıda Beyza ve Berfu'dan bu şekilde bahsedilecektir.) ve bu taraklarda bezi olmayan annem yüzünden ben, Hıdırellez'de dilek dileme ve buna bağlı hiçbir prosedürü bilmiyordum. Hayatım çeyrek yüzyılı aştı; medyaya doğumundan itibaren sürekli maruz kalan ilk nesli sayılırım insanoğlunun. Fakat ben bu olayı ilk kez Aşk-ı Memnu adlı dizideki hizmetçi tayfasından öğrendim, o da geçen perşembeya tekabül eder.

Hıdırellez'le İlgili Bildiğim İki Şey

Elbette parça parça bir şeyler biliyorum, o kadar da değil. Parçalar şöyle:

1-) İlkokuldaki en iyi arkadaşım Nefise ile okuldan eve dönüyorduk bir bahar günü. Nefise'nin annesi ile toplu ve sevimli Yalvaçlı ekürisini gördük karşıdan. Ellerinde torbalarla Hıdırlık Tepesi'nden geliyorlarmış. Sıdıka Teyze, Hıdırellez münasebetiyle Hıdırlık'tan dört yapraklı yonca topladıklarını (nasıl buldularsa torbalarca) ve onları gömmeye gittiklerini söylemişlerdi.

2-) Uzun eşek adlı oyunu artık kız-erkek karışık oynamamaya başladığımız ortaokulun ilk yıllarında, bir bahar günü, sınıftan sivri bir çocuğun "Hıdırlık'a gidelim bugün, kızlar erkekler tanışıyorlarmış, çıkıyorlarmış sonra da" dediğini hatırlarım. O gün, Yalvaç'ta kızların (erkekler zaten doğuştan izinli) bir erkek arkadaş bulmak için resmi olarak izinli oldukları günün Hıdırellez olduğunu öğrenmiştim. Sonrasında hiç gitmedim, gideni de duymadım, o ayrı.

Kağıda çizilen dileği denize veya akan suya atma kısmını hiç duymamıştım ama 'dilek ağacı' olayını bildiğim için güle dilek bağlamak da azıcık tanıdık geldi. Ateş üzerinden atlamak ise, televizyonda gösterilen Nevruz kutlamaları haricinde hiç canlı canlı görmediğim bir hadisedir.

Çevresiyle sürekli iletişim halinde olmayı bıraktım, geleneksel törenlere meraklı bir insan olarak, Hıdırellez konusunda bu kadar cahil olmam, kendime ağzım açık bakmama sebep oldu. Cuma gününden beri kime konuyu açtıysam "ha, Hıdırellez mi, biz küçükken şöyle böyle" diye anılarını anlattı bana, bir kişi de çıkmadı yahu biz hiç bilmeyuk diyen. Annemi aradım "ben pek yapmam öyle şeyler biliyorsun. Ama Ayten Teyzen ev şeklindeki kumbaralardan gömerdi bahçedeki gülün dibine" dedi. Gerçi düşününce, bayramı felan da millet kutluyor diye kutlayan bir aileyiz; beş+ vakit namaz kılan babam bayram namazlarına "emaan, sünnet o" diye gitmez mesela. Benim mevzuya Fransız olmam beklenir bir şeymiş de, hiç bir kimse de anlatmamış mı acaba? Hain kuzenler, cık cık.

Demek ki dedim, hiç bilmediği bir şeye karşı insan kendi algılarını da bir yere kadar açabiliyormuş. Elalemin yirmi yaşında artık unuttuğu bir günü, yirmi altısında kutlamaya başlayabiliyormuş. Neyse, geç olsun da, güç olmasın. Biraz güç oldu gerçi:

Deniz İlk Dileğini Diliyor

Dün akşam Beyza'yla bizde yemeğimizi yedik. Çaylarımızı yudumlarken Hıdırellez'den konuşmaya başladık. Türkiye'de bugünün en güzel, en canlı kutlandığı İzmir'den gelen ve bu tarz şeylere önem veren bir anneye (amcamın kızı olur, canım benim) sahip olan Beyza'nın anlatacak bir sürü anısı vardı elbette. Neyse, muhabbet ettik, Beyza bir süre sonra gitti. Gece 12'ye doğru Evahalipisi'ne bir göz atayım dedim ve Beyza'nın konu ile ilgili süper yazısını gördüm. Yazının başında zaten "ben de dilek bağlayacağım kesin, evet" diye karar verdim, ortalarda iyice gaza geldim, en sonunda ise panik oldum. Zira hain kuzen, dileğin tam 12'de dilenmesi gerektiğini yazmış. Bir amatör olarak her şeyi tam yapmak istediğim için, istediğim şeye benzeyecek bir çizim yapmak ve otsuz Ankara'da bir gül ağacı bulmak için sadece 15 dakikam vardı. Yazının altına yorumumu da eksik etmeden, hemen gittim bir kağıt kalem buldum. O anda aklımdan bin tane dilek geçtiği için ne çizeceğimi bilemedim. Ve "mutluluk" gibi genel bir şey diledim, bunu çizim olarak ifadem ise sırıtan bir top oldu. Bildiğin MSN smiley'i yani. Yalnız kirpik de çizdim nedense, "böyle bir oğlan istemiyorum, ben bizzat kendim böyle gülmek istiyorum" diye anlaşılsın istedim herhalde.

Yeşil, çakma Adidas eşofmanımın üzerine siyah paltomu giydim ve anahtarımı alıp Umut Sarıkaya'nın Bim'e giden elemanı modunda aşağıya indim. Aynı zamanda otoparka da çıkan bahçe kapısına yöneldim. (Aslında otoparktan arta kalan minik yeşil alan desek daha doğru olur.) Kapı kilitli, tam o kapıya (ve bahçeye) bakan apartman yöneticisinin dairesinin ışıkları ise yanıktı. Yaşlı ve Meral Okay görünümündeki bir anne ve kırkının üzerinde iki bekar kızından oluşan yönetici ailesinin her daim atakta olduğunu bildiğimden, hırsız filan sanmasınlar diye kapıyı bir hırsız gibi yavaşça açtım. Tam aynı anda nasıl olduysa anahtarımı kaybettim. Ama öyle bir aynı anki, ben bu kapıyı nasıl açtım ki diye bile düşündüm. Esrarengizler alemine hoşgeldin Deniz dedim, ve bu alemin zemininde anahtar aradım biraz. Toplam dört cebim olduğuna eminim, orada yok, kapının üstünde yok, yerde yok. E kapı kilitliydi ama, anahtarla açtım ben bunu diye ürkmeye başlamışken, aklımın ve paltomun köşesine saklanmış diğer iki minik cepten şıngır şıngır çıkıp geldiler neyse ki. Ne ara koymuşum bilmem.

Tekrar bahçeye girdim. Karanlıkta şöyle bir etrafıma baktım. Yeşillik namına sadece duvarlardaki sarmaşıklar ve hemen yanımda durmuş bana bakan, benim boylarımda bir ağacımsı gördüm. Gittikçe yükseldiğini hissettiğim adrenaline rağmen sarmaşıkların gül olmadıklarına, olsa olsa bu minik ağacın gül olabileceğine karar verdim. Yalnız üzerinde çiçek namına hiçbir şey yoktu. Yapraklarını şöyle bir yokladım ve Yalvaç'ta arka bahçedeki kızılcık (ergen de derler) ağacının yapraklarına benzediğine karar verdim. Ağaca dedim ki, "saat on iki oldu bence ve evet, sen gülsün. Değilim dersen kalbini kırarım ha" Katlayıp cebime koyduğum kirpikli smiley'imi çıkardım, alelacele 'gül'ün dibindeki toprağa gömdüm ve koşarak eve çıktım.

Neden Gömdüm?

Eve geldikten sonra Beyza'nın yazısına yorum olarak yaptıklarımı anlattım. Hain kuzen haklı olarak 'olm, o kadar ağaca bağlanacak dedik, niye gömdün?' diye sordu. Aha, hakikaten yahu, kız o kadar anlattı. Ağaca sıkı bağlamayacaksın ki gece sorumlusu kimse (Hıdır, değil evet, Hızır, ehe.) gelip kolaylıkla alacak ağaçtan. (a.k.a. Rüzgardan uçacak gidecek ki 'ahanda dileğim olacak diye sevinceksin.) Sen git, eni konu toprağa göm. Olacak iş değil, 'diledim ama olmasın sakın' der gibi. Her şeyi tam Beyza'nın ve büyük çoğunluğun anlattığı gibi yapmak istediğimden o kadar emeğim boşa gitti diye hayıflandım. Fakat sonra, yukarıda "Hıdırellez'le ilgili bildiğim iki şey"den ikisinde de gömme işlemi olduğunu hatırladım. "Bizim köyde böyle aga, bence siz yanlış yapıyorsunuz" deyip üste çıktım içimden, ehe.

Ve Dilek Gerçekleşiyor

Bir gün önce, defalarca mazeretsiz işe gitmeme ve bir aydır her gün geç kalma nedeniyle iş yerinden savunmamı istemişler, akşama doğru da ilk resmi "uyarı"mı vermişlerdi. Antetli kağıda filan basılmış böyle, üç tane alırsan kırmızı kart görüyorsun ve kovulsan da çok afedersin babayı alıyorsun. Öyle de ciddi bir şey. Zaten o sabah kalktığımda, sırtıma batırılmış ve hareket ettikçe nefes almamı engelleyen lanet bir bıçakla uyanmıştım. İyice nefes alamıştım yani bütün gün.

Bu sabah, servise yetişebileceğim bir saatte zart diye uyandım. Yaklaşık bir aydır ilk kez sabah gayet enerjiktim, ki aslında benim normal halim budur. Her sabah beni uyandıran Radyo Hacettepe'de neşeli bir şey çalıyordu. Oynaya oynaya giyindim. Yanıma kahvaltılık bir şeyler aldım. Servise yetiştim ve işe vaktinde gittim. Arkadaşlarımla süper bir kahvaltı ettim. Birkaç saat sonra, bir yıldır değişsin istediğim masamın -tamamen benden bağımsız nedenlerle de olsa- değiştirmem gerektiği haberi geldi. Hobaa! Onca yükü, eşyayı yarım saatte taşıdım bitirdim. Uzun zamandır bana trip yapan ve dünkü savunma meselesinden sonra aslında biraz kızgın da olduğum müdürümle çok verimli bir toplantı yaptık, neredeyse bekleyen tüm işlerimi yoluna koydum. Öğleden sonra, bir süredir doğru düzgün çalışamadığımız reklam ajansımızla toplantımız vardı. Bir markamıza yenilenen logomuz için, şimdiye kadar hiç yapmadıkları kadar iyi, hemen uygulanabilir, tek atışta on ikiyi vuran işler teslim aldım. Bu konudaki ateş topunu bana atan müdürüme gerine gerine sundum. Yeni masamda komiklikler, şakalarla günü bitirdim. Servisle eve giderken, kaç zamandır aklımda olan 'gerçekten bu işi yapmak istiyor musun, sana uygun mu' sorularını 'sktirin gidin len buradan, istiyorum tabi, gayet de uygun, peh!' diye diye savdım. Her gün gittiğimden farklı yollardan giderek eve vardım.

Kapıdan içeri girdiğimde, son zamanlarda toparlaklanmış yüzümde kocaman bir gülümse vardı ve kirpiklerim kip kip ediyordu. Kip kip.