23 Temmuz 2009

Çocukluk, Gençlik, Olgunlaşma Yılları: Ailem

Eşşek Sıpası adlı blogta memur çocuğu olmak adı altındaki bir yazıyı okuyunca aklıma benim de memur çocuğu olduğum, çocukken nasıl bir insandım, büyüdüm ne oldum gibi sorular geldi.

Memur çoçuğuyum ben evet. Arkadaşlarımın genelde kaymak tabaka tabir ettiği üst sınıf diye adlandırılan, aaa senin peder de paraya para demiyordur anlayışı ile hareket edilen bir memur babam. Bu anlayıştan yola çıkarak da siz hiç para sıkıntısı çekmiyosunuzdur olum, ohh valla, millet aç be aç, böyle memurluğa can kurban şeklinde konuşmaların içinde çok bulundum. Ama hiçbir şey öyle gözüktüğü gibi değil aslında. O kadar paramız olsa zaten şu anda ev borçlarımı falan babadan isteyip ödemiş ve mutlu bir insan olmuştum. İsteyemiyorum çünkü kendisi de ayı ancak tamamlayabiliyor. Bir de zaten eşek kadar adam olmuşum babadan para istemek ayrı bi koyuyor yahu insana.

Babam bir kaç yer gezmiş Türkiye'de ondan sonra da İzmir'e tayini çıkmış. Sene 1991 sanırım ben ilkokul birinci sınıfı Isparta'da okumuş ve ardından da İzmir'e yerleşmişiz. Yerleşme o yerleşme. İlk okula hiçbir zaman başlamak istememişim. Bu yüzden de ana okuluna göndermemişler beni. Anne kuzusuymuşum tam. Annem de benden önceki iki çocuğu gayet güzel ana okulu, ilk okul diye devam ederken benim eteklerinden ayrılmamamı anlayışla karşılamış (Kız Meslek Liseinden: Çocuk Eğitimi branşı gibi bi naneden mezun olmuş annem, anaokulu öğretmeni olabilirmiş ama zamanın maço babası "otur kadın evinde, bırak çalışma" demiş.) Neyse ilk okula başlarken zırlayıp durmuşum pek hatırlamıyorum. Fotoğraflarım var, saçlar at kuyruğu, mavi bi önlük, sırada ağlarken. Bu konuda tek hatırladığım nokta bütün sınıfa o zaman çok pahalı olan küçük top şeklinde çikolatalardan dağıtmalarıdır. Bende ağlarken o dağıtılan çikolataları yedim bi yandan. Bu şekilde fotoğtafların olması da zaten aslında ağlıyorum ama çikolatamı da yerim haa şeklinde bir mentalitemin olmasına dayanıyor. Annem o gün beni eylemekten bir tane bile çikolata yiyemediği için büyüyünce anneme "adam gibi bi işe girdiğim zaman sana o zamanın en pahalı çikolatasını alcam, söz" dememe neden olmuştur. Henüz almadım.

İlk okul biri pek hatırlamıyorum ama bir kaç anı var aklımda kalan. Mesela annem ile babamın yemek sırasında "Berfu [ablam]'nun durumu nasıl acaba okulda, bu hafta bi öğretmeni ile görüşelim" demesini kendime görev biçmiş okulda hocasını gördüğüm zaman da "öğretmenim berfu'nun durumu nasıl sınıfta?" diye sormuştum. Hoca da kızım sen birinci sınıftasın ablan beşte, sen kendi işine bak allasen şeklinde bir cevap vermişti sanırım. Daha sonra da annemlere durumu "sizin bu kız pek bi alem geçen gün geldi berfunun durumunu sordu, hah hah hah" şeklinde anlattığını düşünüyorum. Ya da dayanamayıp ben bizimkilere de anlatmış olabilirim. (Bu noktayı Berfu daha iyi bilir. Kesin uyuz olmuştur yaptığım davranışa.) Memur çocuğu olduğumdan dolayı sanırım annem dikerdi bizim kıyafetlerimizi. Bu yüzden annemi terzi sanardım ben. İlkokulda da bir piyes için kıyafetler dikilecekken hocamın "hanginizin annesi terzi" sorusuna ben diye atlamıştım. Annemi okula çağırmışlardı...

İlkokulda Beşiktaş maçları pazar gününe denk geldiğinde evdeki kalın bordo perdelerin ışıma yapmasın diye çekildiğini, televizyonun önünden geçmenin yasak olduğunu ve Beşiktaş yenilirse haftalığımın babam tarafından unutulduğunu da hatırlarım. Bir keresinde de tuvaletten kaptığı bu lastik terliklerle abimle benim peşimden koşturup dövmüştü onu da eklemek gerek çünkü babamın dediğine göre abimle her kadir gecesi kavga ediyoduk. Şimdi düşündüm de bunun nedeni kadir gecesi olması değil tam aksine bizim abimle her gün kavga etmemizdi. Babama ilerleyen yaşlarda bizi nasıl lastik terlikle dövdün yahu diye hatırlatmamız babamın da "yahu siz de yaptığım onca güzel şeyi hatırlamayın, terlikle dövdüğümü hatırlayın olacak şey değil" demesine neden oldu.

Sonra İzmir'e taşındık... Biraz hızlı geçeyim.. Babanın memur olmasından dolayı İzmir'e adaptasyon süreci ve küçük yerlerde yaşamanın verdiği muhafazakarlık bizimkilerden biraz zor gitti. Bu konuda Berf en büyük çocuk olduğu için en çok azarı yiyen insan olmuştur. Abimin metal musikisi dinlemeye başladığı dönemlerde babamın abimle "olum bunlar ananı kes babanı öldür diyolarmış, nasıl bu tip müzikler dinler oldun, ne ara seni kaybettik" şeklindeki konuşmasına neden olmuştur.

Ablam içimizden en akıllısıydı, her zaman. Ekstra bi güce başvurmadan kendisi çalışırdı. Bal'da okudu, acayip eğlenceli bir ortaokul ve lise hayatı yaşadı. Biz abimle haytaydık. Babam normalde ailelerin ev falan yaptırayım yahu diyebileceği durumda bizi koleje gönderdi. Ancak ikimizin aynı koleje gitmesini istemedi. Nedeni ise benim kendi ayaklarımın üstüne basabilmem ve abimin benim üzerimde okulda otorite kurmasını engellemekti. Yine de iki yakın koleje gittik: İzmir Türk Koleji (abim) ve Fatih Koleji (ben). Her gün 45 dakka gittiğim okulda dört sene okudum. Fatih diyince aa dinci okula gitmişin der gibi bi düşünce peydah oldu sizde de di mi? Evet okulun içinde mescit vardı sanırım ama din dersleri haricinde pek de dini bir tutumunu görmedim okulun. Zaten İstanbul'a bağlı değildi bizim okul, o güzelliği vardı. Beden Eğitimi derslerinde yüzme dersi aldık mesela, okulun içinde kocaman kapalı bir havuz vardı, hiç unutmam. Neyse işte baban zengindir senin diyen insanlara babam paraları biz okuyalım diye harcadı resmen diyorum buradan. Zaten liseye geçerken de bizi karşısına alıp "ben size dört sene kolejde okutucam ikinizi, yabancı dil öğrenip iyi bir eğitim alacaksınız dedim, artık liseye geldiniz okullardan sizi alacağım zira param yok" şeklinde konuşma yaptı.

Ben o ara ortaokul sonrası tekrar anadolu lisesi sınavlarının olması ile Atakent Anadolu Lisesi'ni kazandım. Lise bir zor geçti çünkü hocalar "kolejden gelmiş işte ne beklersin" muhabbeti yaptı. Bir İstiklal Marşı sırasında resim hocasının gelip ben ve Dide ile konuşması sonucu müdür yardımcısının hoparlörle "siz ikiniz, çıkın yukarıya, odama gidin" demesi ve bütün okulun gözü önünde yukarı çıkmamızı hatırlarım. Sonuç belliydi, kolejden geldiğimiz için saygı nedir, istiklal marşı nedir bilmiyorduk. Oysa onlar bizi koyun gibi sıralamanın ve içimize türklük aşılamanın ne kadar da güzel bir şey olduğunu savundular. Lise sonda coğrafyadan bile özel ders aldık abimle. Kafamız basmıyordu çünkü. İşte o yüzden üniversiteye televizyon başında çalışan ve dereceye giren insanlara hep gıpta ile bakıyorum.

Üniversiteye geldiğimizde de üç çocuk da artık şehir dışındaydı ve gene bütün paralar şehir dışında çocuk okutmaya gitti. Ama abim de ben de burslu olarak kazandık okulları. Zaten babamın özel üniversiteye verecek parası da kalmamıştı. Babamın ailede öncelik kiminse para ona harcanır şeklinde takdir ettiğim bir söylemi vardır. Bu söylem ile de zaten genelde para bana ya da abime harcandı. Çünkü biz maldık. Ablam ise evin en büyüğü ve çocuklar içinde bi aklı başında olanı olmasının zorluklarını çekti her zaman. Dört sene yurtta falan kaldı biz üniversite sınavına girerken.

Memur çocuğuyum ben de... Ailem senelerin getirisi ve gevur İzmir'li oldukları için çok değişti. İçki içmeyen bir babam var benim, tövbe etmiş ama bizim içmemize laf etmez. Hatta evde balık falan yeneceği zaman şarap açmamıza laf etmez. Kendi içmez ama keyfi yerindeyse servisini yapar. Öyle de bi aile işte bizimkisi...