13 Nisan 2009

"Kuşluk Birası"


İki hafta önce, Nisan ayına girdiğimiz ilk günlerde yakın çevreme döndüm ve dedim ki:

"Ey ahali! Yılın en güzel, en canım benim, en süper ayına girmiş bulunmaktayız. Lütfen Nisan ayında sevgilinizden ayrılmayın, bunalımlara girmeyin, müdürünüz sinirinizi bozamasın, kadınsanız mümkünse regl olup da pre-bilmemne yaşamayın, erkekseniz ona buna saldırmayın! Yeni açan meyve çiçeklerini koklaya koklaya kafamız iyiymiş gibi geçirelim Nisan'ı. Leke sürmeyelim kendisine. He mi?"

Bendenizin ruhu böyle müzik gibi bir şeyden yapılmış ya sanki, benim modum hiç düşmez ya, "olsun, en azından zevk aldım" diyen Polyanna'yım ya ben; millete oturmuş ahkam kesiyorum. Bir çeşit kibir olsa gerek bu da. Tamam, şöyle genel olarak baktığında 'olumlu ve sakin kimse' denebilir benim için. Fakat son bir haftadır kötüyüm, kötüyüm işte yahu! Söylüyorum, ayıp mı? Bu kez somut nedenlerimin (iş, güç, müdür) olması sonucu değiştirmiyor. Hatta daha da fena oluyor çünkü 'bu dünya çok boktan, ben böyle düzeni fakyu, ay dont bilong hiyır" şeklindeki ergen sinirim geri dönüyor.

Halbuki ünlü filozofumuz Azuth, bakın burada ne kadar da güzel özetlemiş durumu ve olayı benden çıkarmış:

"...ama nasıl olduysa, bu mutluluk hadisesi acaip geçici geri emilimi olan bir şeyse, mut sahibi olmamak yani mutsuzluk feci kalıcı bir şey. bir insan senelerce mutsuz olabilir mesela. hiç bir norotransmiter, ak yuvar, karaciger mut salgilamaz mesela. "ulan yeter biraz da mutlu olalim" diyen bir vucut aminoasiti yoktur. mesela mutsuz olmanızı sağlayan maddeler vardır dunyada, aldiginiz anda beyindeki tüm norotransmiterler akşam ezanı okunmuşcasına evlerine girerler.. hic bir vucut hücresi de çıkıp "noluo arkadas" demez. mutsuz bir sekilde kalirsin, ta ki vucudun fiziksel tepkiler verene kadar, en sahanesi kanser bile olabilirsinz mutsuzluktan.. oysa ben çok mutlu olmaktan kanser olan birisini görmedim duymadim.. duyanınız varsa da yorumlara yazilsin lütfen."

Şu son bir haftadır, kendi egom başta olmak üzere kırıp döktüğüm her şey! Kusura bakmayın valla, ama bakın, durum ben kaynaklı değil. Huf, iyimiş bu.

Fakat, bu modda olmaktan garip bir zevk aldığımı da yadsıyamam. Şurada yazdığıma benzer. Huzur gibi olmayan bir huzur, değişik. Eddie Vedder'ın Into the Wild film müziği albümünden Long Nights adlı şarkısı gibi: "Long nights allow me to feel / I'm falling /I am falling /The lights go out /Let me feel /I'm falling /I am falling safely to the ground."

Nisan ayının en mutsuz elemanı seçtim kendimi şirkette. Nisan yahu! Büyük lokma yemedim, büyük laf konuştum. Doğumgünümde durum ne olacak bakalım. Ders olsun.

Sıra geldi, bu yazıya adını veren şiire. Aslında sadece bunu yazıp gidecektim, "ne o şekerim, ateş almaya mı geldin" demeyin diye kaldım biraz, ehe. İçerik olarak biraz alakasız olabilir, bilin bakalım bu durum benim ne kadar umrumda. Şöyle ki; Charles Bukowski'den geliyor:

kuşluk birası

hiçbir şeyin önemi yok.
yapraklar ölürken, atlar ölürken
ucuz düşler, bir de birayla
bir yatağa devrilmek;
ev sahibi kadınlar da koridorlarda bakar durur
çekili perdelerin müziği hızlı,
bir sürü, bir patlama
sonsuzluğunda
son bir adamın mağarası;
damlayan lavâbodan başka hiç,
boş şişe,
coşku,
çevresine parmaklık çekilmiş gençlik,
bıçaklanmış, saçları kesilmiş,
ezberletilmiş sözler
dayanıp öyle bırakılmış
ölmeye.