12 Nisan 2009

Maximiles Reklamı


"İş Bankası'ndan yeni bir uçuş kartı... Maximiles. Dünya sizin, onu iyi kullanın."

İzlemediyseniz şu bağlantıdan, bu kartın her iki TV reklamını da izleyebilirsiniz. Hem kadın hem erkek için olanı. Aman arada kaçırdığımız hedef kitle olmasın, aman sadece erkeklere yönelik reklam yapıp da tepki çekmeyelim niyetiyle paraya kıyıp iki tane çekmişler.

Prodüksiyon iyiden de öte, müthiş bence. Bana birebir beni anlatıyorsa reklam yazarlarının da hakkını vermek gerek, çünkü senaryo da müthiş. Önemli bir noktaya kadar: Reklamveren.

Bakalım kadınlara yönelik çekilmiş olanı neler diyor:

"Yine bir pazartesi. Birbirini taklit eden günlere aynı şekilde başlama vakti. Bugün kesinlikle arabayı çarpmayacaktın. Dün de, önceki gün de... Kesinlikle! Her gün açık, hep iki şekerli. Her zamankinden olmasın lütfen diyebilmek isterdin, değil mi? Farkında olmadan gün bitti yine. Aynı kanepede, aynı saatte. İşin kötüsü, bir haftadır aynı sayfada... İşte bu; senin hayatın. Biraz uzaktan bakınca, geride bıraktığın iz, bu kadar aslında." (Çok iyi, aferin. Kendimi yine çok kötü hissettirmeyi başardın. Böyle böyle anlattığım, kaçış noktasını bir türlü bulamadığım için ancak üzerinde düşünmekten kaçabildiğim bir durumda -rutin- olduğumu bana çok estetik bir biçimde tekrar hatırlattın. Şimdi tekrar gaza geldim işte! Ahanda bir çıkış noktası dedim içimden. Hadi bakalım, acı gerçekleri yüzüme vurduktan sonra, kendimi tekrar bu kadar kötü hissettirdikten sonra büyük önerin, benim bir türlü bulamadığım da senin keşfettiğin kaçış noktası neymiş acaba?)

Sana bir önerimiz var. Bu rutinden kaç. Kolayca uç. Dünyanın başka bir yerine, daha güzel izler bırak. İş Bankası'ndan yeni bir uçuş kartı... Maximiles. Dünya sizin, onu iyi kullanın."

Hımm.. Nasıl da daha önce aklıma gelmedi yahu? Aptallık çökmüş galiba üzerime. Halbuki, olmayan paramı ve olmayan izinlerimi kullanarak benim olan dünyayı daha iyi kullanabilirim değil mi? Diyelim, öyle gaza geldim ki, izni aldım, tam yedi gün benim. Hadi senin 'ay bu kız rutinden kaçtıydı di mi, dur buna acıyalım' demeden günlük faizlerini her gün güneş görmeyen müsait bir yerime sokan bankandan krediyi de aldım. Veyahut, gazım ya, o kadar mil kazanacak kadar harcama yaptım. En az beş yıl boyunca hayatımı zindan edecek büyük borca girdim ve nedense her gün çarpacağım o arabayı filan aldım. Gittim.

Süper bir tatildi, başka bir boyuttaydım sanki. Ah, 'nasıl da yalan bir hayatmış yaşadığım, ah buralarda balıkçı olayım da öyle öleyim' dedim.

Sonra gerçek hayatımı ve borçlarımı hatırladım. Zaten uçağa bindiğim ilk andan beri aklımda olduğu için tatilin tadını da pek çıkaramadım itiraf etmek gerekirse. Döndüm. Bu kez, tatilden önceki halimden çok daha kötü durumdayım. Neden? Çünkü dünya benimdi ve iyi kullandım! Borçlarımı ödemek için hiç hoşlanmadığım işime birkaç gıdım daha bağımlı oldum.

Bak bakalım sonuç üç aşağı beş yukarı ne oldu? Yok üç aşağı değil, gayet de beş yukarı ne oldu acaba. Şu oldu: (Lütfen bunalmadan tekrar okuyalım) "Yine bir pazartesi. Birbirini taklit eden günlere aynı şekilde başlama vakti. Bugün kesinlikle arabayı çarpmayacaktın. Dün de, önceki gün de... Kesinlikle! Her gün açık, hep iki şekerli. Her zamankinden olmasın lütfen diyebilmek isterdin, değil mi? Farkında olmadan gün bitti yine. Aynı kanepede, aynı saatte. İşin kötüsü, bir haftadır aynı sayfada... İşte bu, senin hayatın. Biraz uzaktan bakınca, geride bıraktığın iz, bu kadar aslında."

Hem içinden, hem ucundan hem de bucağından bulaşmış bir kişi olarak, şu reklam yazarlığı denen mesleğin ne kadar zor olduğunu tekrar hatırladım. Bu nedenle sadece ona sesleniyorum*:

Ey bu reklamın -tanımadığım- yazar(lar)ı! Eğer ki tüm profesonel hayatın sadece bu mesleği yapmakla geçmişse, inan bana inanılmaz bir gözlemcisin. İçgörü (insight) açısından bakınca çok iyi bir iş çıkarmışsın. Belki de bizim gibileri doğal ortamında görme şansına eriştin, zira senin işinin bu şekilde işlemediğini biliyorum. Fakat bence,

(i) ya sana reklamverenin ne iş yaptığını söylememişler,
(ii) ya marka stratejistin bu cin fikri bulup; 'şöyle rutine dayalı duygu sömürülü bir şeyler yaz' dedi ve metnin ikinci bölümünü kendi yazdı;
(iii) ya da, bunca gözlemci yeteneğine rağmen hayattan çok uzaklaşmışsın, tüm bu 'rutin familyası'nı büyük bir kibirle aşağılamayı seçmişsin.
Son seçenek olarak:
(iv) sonuçta sen de bu sistemdesin; biçimi muhteşem olan bir fikir yakalayınca içeriği sktirediyorsun. Çünkü senin kariyerin ancak bu şekilde ilerleyebilecek. (Deniz neden reklam yazarı olmaktan vazgeçti?) Aslında insanlığın büyük bir bölümünden çok daha geniş ve büyük olan dünya görüşünü ve kendine saygını, ajansının bir sonraki sözümona 'sosyal sorumluluk projesi'ne kadar çok derinlerde bir yere saklamışsın.

Ha, ben, küçük ve parası minicik bir özel sektör memuru olarak senin reklamvereninin hedef kitlesine girmiyor muyum? O zaman neden senin o içgörün benim de içime giriyor? Beni feda mı ettin? Ne yaptın sen? Dön kendine, düşün.

Son olarak: Ey İş Bankası ve diğerleri. "Dünya sizin, onu iyi kullanın." gibi bir sloganı kullanabilecek en son kurum bile değilsiniz. Nasıl ülkem insanın ne kadar çeşitli olduğundan bahsedebilecek son kuruluş ulusal gazeteler (özellikle Sabah) ise, bu icazeti bana en son verecek olan kurum da bankacılıktır. Son yerel seçimlerde bunu bir aday kullansaydı oyumu verirdim; Diyanet İşleri Bakanlığı kampanya yapıp altına bunu yazsaydı tekrar müslüman olurdum belki. Ama sen bir bankasın yahu! Çüş diyesim geldi, dedim bile.

Kimin olduğunu bilmediğim bir sözle bitireyim bu sinirli yazımı:
"Hepimiz koyun gibi davranıyor olabiliriz. Ama değiliz."

*Reklam yazarına seslenmem tamamen semboliktir, işin sadece o kısmı ile ilgili bilgim olduğundandır. Yoksa amacım tüm sorumluluğu Reklam Yazarına atmak değil elbette, büyük haksızlık olur. Hatta ajansı suçlamak da doğru değil belki. Reklemveren başta olmak üzere herkesin az çok sorumluluğu var.