4 Haziran 2009

Öyleyken Şöyle

Akşam üzeri işten eve gelmekle meşgulken Beyza'yı bir arayayım dedim. Hemen demesin mi iki çiğ köfte kap gel deyu? Benim bu meretle derdim olduğunu bildiğinden mütevellit, ben aramadan on dakika önce bir arayacak olmuş, la notasını duymadan (eski telefonlarda 'la' verirdi, artık öyle değil sanırım) kapatmış telefonu. Fakat talih işte heyhat, kalplerimiz karşılıklı, ne yaparsın?

Selam verdim borçlu çıktım durumu bununla son bulmuyor. Çiğ köfte isteğinin yanı sıra kuzen kişisi bana dedi ki "ne yazmıyorsun arkadaş biloğa, ben geldim sen gittin, nedir durum?" Gün içerisinde, bloğun adresini verdiğim canımın içi bir iş yeri arkadaşı da "B. kim lan, senin hayatında neler olup bitiriyormuş hiç bilmiyoruz, aşk olsun" deyince (Beyza'nın yazılarını bana ait zannetmiş) eh artık, bir yazayım dedim. Fakat, kusuruma bakmayın, öyle kompoziyon kıvamına getiremeyeceğim düşüncelerimi. Maddelerin serin gölgesine yayılarak, günlerin köpüğünü içelim hadi beraberce:

* Sondan başlayalım. Beyza'dan çıkmış eve geliyorum. Mesafe yürüyerek yedi dakikaya tekabül ediyor. Petrol Ofisin'dan Uykusuz'umu aldım, çıktım. Baktım, Beşevler Ankaray Durağı'nın orada, üç bıçkın delikanlı arkalarına bakıp bakıp gülüyorlar. Kendi aralarında anlaşılmaz şakalar yapıp, durup, tekrar arkalarına dönerek hayvan gibi gülmekteler. Onların arkaları, benim istikametim olan kaldırım yönüne doğru baktım. İki tane zenci (siyah kişiler bu kelimeyi hakaret addediyorlarmış, etmesinler, değil çünkü) çocuk da arkalarına kızgın kızgın bakıp, birbirlerini -omza vurmak suretiyle- sakinleştirerek yollarına devam ediyorlar. Aldım sazı elime, sopa haline gelmiş Uykusuz'umu sallaya sallaya bağırdım: "Ulen, kafasının içinde beyin yerine elma püresi saklayan -evet saklayan, onu bile kullanmayan- Mustafalar, Aliler, Hasanlar! Sen nesin ki herhangi başka bir insana, insanlık kavramına dahil bir özelliği üzerinden hakaret edebiliyorsun? Çapı ancak şu anda üzerinde bulunduğun ve hareket ettikçe değişen toprak kadar geniş olan düşünce dünyan mıdır sana o minik çember dışında kalan her şeyi aşağılık ve hakaret edilesi gösteren? Gel hadi, buradayım ben de, dışarıdayım, farklıyım, gel! Fakat, dokuz yaş ve altı algın seni sadece somut göstergelere yöneltiyor. Yazık mısın, değil misin bilemedim." Bağırdım, demek isterdim. Nereye bağırıyorsun. Pasif tepkisel -maalesef- yanım bir yana, olayı yürüyüp gittikten sonra anlamam da fena oldu. En azından durup şöyle kızgın bir bakış atardım. Eminim kendilerine gelip napıyoruz len biz filan derlerdi, eminim.

* "Adalet Ve Kalkınma Partisi"nin kısaltmasının A.K.P. olmasının edepsizlik olduğunu öğrendik bu hafta da. Benim kişisel kısaltmam, şu yazıda "günün neşesi" ilan ettiğim ekşi sözlük entrisi olduğundan, bir gülme geldi bana yine. Ama bunu bendeniz hem imla duyarlısı hem iletişim sorumlusu kişi yazmasın da kimler yazsın: Ortada bir parti var. Adı -maalesef- sıkça telaffuz edildiğinden kısaltılmalı. Kısaltma nasıl yapılır, her bir kelimenin ilk harfi kullanarak yapılır. Burada, bağlaçları saymamak olur, saymak olmaz. Misalen A.V.K.P. olmaz. Zira kısaltmanın ana amacı olan 'kolay kullanım'a uymaz. Olayın dil bilimi ile ilgili olan tarafı budur, bu kadardır. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kısaltması, ilk görüşte, A.K.P.dir. Akepedir.

Ortada bir de, partinin iletişim çalışmaları var. Mevzubahis parti piyasaya ilk çıktığı günden beri söylediğim bir şey vardır, bilen bilir: Bu adamlar, iletişimi, reklamı iyi kullanıyorlar, profesyonellerle çalışıyorlar, sezarın hakkı sezara. CHP genel seçimlerde, outdoorlarda, kötü grafiklerle hala 'cumhuriyet elden gidiyor' adlı içi geçmiş söylemlerde iken (iletişim açısından) bu a.k. partisi yeni stratejiler üreterek, söylemlerini bunun üzerine kuruyor, dolayısıyla iletişimlerinin bir "bağlamı" oluyor. AK Parti kısaltması da bunun çok iyi örneklerinden biridir kanaatimce. Partinin isminin, bu iyi kısaltma düşünülerek konduğunu düşünüyorum hatta. İyi iletişim, böyle saman altında su yürütmekle, beynin gerisindeki algıları parmağının ucunda nazikçe oynatmakla yapılır. Konu bir diş macunu değil de iktidardaki, güçlü bir siyasi parti olduğunda, elbette bu algıda oynama durumu karşıt görüştekilerce çözülür; bu grupça AK Parti söylemi özellikle dışarıda bırakılır. Hatta, kerata yeraltı kişileri elinden, az yukarıda bahsettiğim yere kadar varılır, a.k. partisi olur. Olur bu. Bunca ince düşünülmüş bir iletişim çalışmasının bu sonuçlarının da düşünülmüş olması gerektir. Fakat, söz konusu partinin en başındaki kişinin cahil, diktatörşip ve padişahımsı karakteri dolayısıyla çıkıp da, bu soğuk devam etmesi gereken savaşı, alenen "adalet ve kalkınma kavramlarını artık s.ktirediyoruz, AK'ız biz' demesi ile haydi hop, bütün çalışmalar çöpe gider. Çok daha hayati kavgaları olduğundan algısı ile oynandığının farkında olmayan, asıl hedef kitle olan kesim de nölüyor orada diyerek uyanır. Bir ağız dolusu Akepe demekle edepsiz ilan edilen kişiler savunmaya geçer. Sonuç şudur: Az yukarıda deyip durduğum o "yeraltı kısaltması" yer üstüne çıkar. Karşıt grubun masumane ve dil bilimsel olarak doğru "Akepe" kısaltması artık "a.k. partisi" şeklinde marjinalleşir. Cahilliğin, kendini/konumunu bilmezliğin, 'güç bende artık'çılığın sayesinde, uzun yıllar boyunca titizce işlenmiş olduğunu düşündüğüm bir iletişim çalışmasının varacağı sonuç böyle olur. Velev ki, iletişimcilerin eli, bu kez padişaha "ben ona demediydim van minüti, moderatöre dediydim" dedirtecek bir dış işleri bakanlığı kadar güçlü değildir. Geçmiş olsun.

* Ben Ankara'ya geldim. Konur Sokak'ı bildim. Bir süre orada yattım kalktım. Eski Dost'un önünde içtim coştum. Arkadaşlarımın, gözümün önünde, kız meselesinden o sokağa kanını bıraktığına şahit oldum, gittim karakolda, mahkemede de şahit oldum. Üzerindeki bir kafede garsonluk yaptım, Bilim ve Sanat'tan fanzin kaptım, gittim tek başıma diğer kafelerini keşfettim. Ezgi'de müstakbel rock grubumuz için isim aradım. Hatta Berfu'ya dedim ki, oğlum olursa adını Konur koyacağım sanırsam. Sonra hayat hey hat, bıraktım Konur'u, üzerinden geçtim sadece. Ama hep sevdim, hala severim. Tüm bu seneler boyunca edindiğim anılarımın arka planında hep bir "ben bunu bunu haksız buluyorum, bu haksızlığa karşı sesimi de yükseltiyorum" grubu vardı. Nihat Genç filan vardı, Donkişot vardı, bazen ülkücü gençlerin broşürleri vardı dağıtılan, ailemizin sokak adamı Tolga vardı. Zaten bu kişiler, gruplar, seslerdi yaratan Konur Sokak'ı. Geçen Cumartesi, kadim Dost'uma uğradıktan sonra Bulguroğlu'nda bir simit yediğim gün mesela, Yüksel'in, elindeki kitapla sessiz sakin takılan heykeliyle birlikte, oturduğum tabureden sessiz sakin katıldım 'kayıplar bulunsun' diye seslenen insanlara. Konur Sokak hep böyledir, içinde can vardır, ruh vardır.

Fakat gelin görün ki... Ne demişti araştırma sonuçları? Bre uyanın, Kutuplaşma Tehlikesi var demişti. Unipolarlarları, bipolarları görmüş geçirmiş bir dünyanın vatandaşları olarak, biliriz biz bunları, gelecek kanı, vahşeti öngörüp evlerimize, içlerimize kapanabiliriz. Lakin acı olan, göz altına alınanların çoğunlukla, üzerine döner bıçaklarıyla filan, baya baya savaşa gelir gibi gelen bir gruba karşı koyan gençlerin olması değil midir? Hadi adil davranmayı geçtim, bir devletin böyle çatışmalarda bir taraf değil 'taraflar-üstü' bir konumu olması gerekmez midir? Yoksa durum yine, şirkette müdürümün (aslında şirkete uyarlayıp götürdüğüm öneriler üzerine) dediği gibi "deniz hanım, bu söyledikleriniz çok doğru, ideal olanlar. fakat şirketimizin yapısına uygun değil" durumu mudur? Bir elli yıl sonra, uluslararası ilişkiler öğrencileri, yakın dönem Türkiye iç siyaseti dersinde bu olayı, çok daha büyük olayların başlangıcı olarak "Konur Sokak Çatışması" diye bir başlık altında görmesinlerdir tek isteğim.

* Babam, biz küçükken, udunu eline alıp çalmaya başlamadan önce, numaraları çevirmeli, zırrr diye çalan, mekanik telefonumuzun ahizesini eline alıp gelen sesi dinleyerek la telini ayarlar, sonra da enstrümanı bu tele göre akort ederdi. Bunu hatırlamıştım yazının başında, daha böyle nostaljik süslerle anlatacaktım. Ama moralim bozuldu şimdi, hem de geç oldu. Bir dahaki yazıda görüşmek dileğiyle efendim.

Son ve minik bir dipteki not: Malak gibi her okuduğunuza 'ahanda' deyip kapılmadığınızı, inanmadığınızı biliyorum elbette. Doğanlardan, en azından Radikal'i filan da okuyorsunuzdur. Dayımın yaptığı gibi en sağ ve en sol uçlardaki gazetelerin hepsini birden alıp takip etmek de zor. Ama ara sıra mesela Bianet'e de bir bakabilirsiniz. İnsanın düşüncesini taşıyan ve ileten her şey kaçınılmaz olarak yanlıdır; önemli olan taşıyacağımız ve ileteceğimiz kendi düşüncelerimizin 'yanını', ulaşabildiğimiz 'her yana' baktıktan sonra bulmaktır. (Pek didaktik bir son oldu, şöyle güzelce toparlayamadım, hoş görünüz artık.)