
Dipteki Not: Bu ara, gördüğüm tüm rüyalar deniz kenarında geçiyor ve bir ara mutlaka Yiğit beni telefonla arıyor. Bu hafta hiç aramadı, ondandır.
… derdini Türkçe anlatma gayretiyle, enteresan mevzuları ya da gayet sıradan durumları aktarma gibi dünyevi bir meselenin peşinde olan bir online dergidir.
Interneti boş bir mecra olarak görmeyip interaktif özelliklerinden yararlanarak okumaktan, izlemekten, dinlemekten aldığımız keyfi arttırmaya çalışıyoruz.
Futuristika günlük olarak güncellenir ve yazılara anasayfadan ulaşabileceğiniz gibi, ücretsiz abonelik yoluyla mail adresinize de ulaştırılabilirsiniz. Uzun ama çok da uzun olmayan dönemde planımız da, batık dergiler cenneti ülkemize katkı olması açısından basılı mecrada da yer bulmamızdır. Her derginin tuvalette de okunabilmesi gerektiğini düşünüyoruz ve takdir edersiniz ki laptop ile tuvalete girmek yeteri kadar sıkıntı verici.
İlgimizi çeken konular nelerdir? İlginç olan her şey: Ayrıntılar, müzik, sinema, tasarım, mimari, edebiyat, politika, sokak, internet mucizeleri, oradan buradan duyulanlar, enteresan mevzular vb.
Futuristika!, bir yandan en ağırbaşlı tavrıyla sanat ve dünya meselelerine kafa yorarken, bir yandan da en hafif meşrep haliyle başka bir yerde Türkçe okumadığınız konulardan bahsetmeye çalışıyor.
Aşk bir cezadır. Yalnız kalmayı beceremediğimiz için cezalandırılıyoruz.
Biri yüzünden ıstırap çekmeyi göze almak için onu sevmek gerekir. Seni çekebilmek için seni çok sevmek gerek.
Aşkımda sefahatin incelmiş bir biçimini görmekten; zaman geçirmek için, zaman'sız yapabilmek için geliştirdiğim bir oyun görmekten kendimi alamıyorum. Zevk, kalbin son sarsıntılarından çılgına dönmüş motor gürültüsü içinde, göğün ortasında zorunlu inişe geçer. Motoru çalıştırmadan inerken, dua yükselir; ruh, aşkın göğe yükselmesi sırasında bedeni kendisiyle sürükler. Göğe yükselmesinin mümkün olabilmesi için bir tanrı gereklidir. Bir kadir-i mutlak'a vücut vermeye yetecek kadar güzelliğe, körlüğe ve sonu gelmez isteklere sahipsin. Daha iyisini bulamadığımdan, seni evrenimin kilit taşı yaptım.
Uzaktan, saçların, ellerin, gülümsemen taparcasına sevdiğim birini hatırlatıyor. Kimi? Bizzat seni.
Sabahın ikisi. Sıçanlar çöp tenekelerinde ölü günün artıklarını kemiriyorlar: Şehir hayaletlere, katillere, uyurgezerlere ait. Neredesin, hangi yatakta, hangi rüyada? Sana rastlasam beni görmeden geçerdin, çünkü rüyalarımız tarafından görülmeyiz. Aç değilim: Bu akşam hayatımı bir türlü hazmedemiyorum. Yorgunum: Hatırandan yakayı sıyırmak için bütün gece yürüdüm. Uykum yok: Ölüm için bile iştahım yok. Bir sıraya oturmuş, sabahın yaklaşmasıyla kendime rağmen sersemlemiş, seni unutmaya çalıştığımı kendime hatırlatmaktan vazgeçiyorum. Gözlerimi yumuyorum... Hırsızlar yalnız yüzüklerimize, âşıklar tenimize, vaizler ruhumuza, katiller canımıza göz dikerler. Benimkini alabilirler: Ondaki hiçbir şeyi değiştiremeyeceklerine bahse girerim. Tepemde yaprakların kımıldanışını hissetmek için başımı arkaya atıyorum... Bir korudayım, bir tarlada... Zaman'ın çöpçü, tanrı'nın da belki paçavracı kılığına girdiği saat bu.
ve İhsan Doğramacı ile ilgili ise şunlar:
Bilkentte asistanlığımda ikinci yılımın ortasındayım ve gördüğüm şey şunlar:
ve bir de şunlar var:
İyisi ile kötüsü ile Bilkent işte... Bir gözetmenlik sonrası odama dönüp bunları yazmaya karar verdim. Birazdan dışarı çıkıp bir sigara yakacağım ve eskiden Danny'nin bulundupu Lojman'a doğru gideceğim. Amerikalıların Pot luck adındaki yemeğine katılacağım. Leon diye bir arkadaşım çağırdı. Pot luck bizim kermes gibi bir şey ama paralı değil. Herkes bir şeyler getiriyor yemek için sonra patlayana kadar yiyorsun. Türkçe de de zaten patlak diye okunuyor. Geçen seneki thanx giving bir nevi pot luck mış bunu anladım.
Neyse ben gideyim, sonra sizlerle gözlemlerimi paylaşırım.
Bezis
12 - Ayakkabılar, doğal kullanım alanı dışındaki birçok yerde (örn: masa, hatta bazen tuvalet lavabosu) sanki zaten aslında orada olmak üzere yapılmışcasına dururlar. Ne kadar kurtulmak isteseniz de, her tarafınızda ot gibi ayakkabı biter. Öyle ki geceleri üretim bölümünden yürüyerek gelip yerleştiklerini düşünürsünüz, doğru olabilir.
Bozkırın ortasında, ne yüzyıllara dayanan emperyal bir tarihsel mirasla ne de coğrafi güzelliklerle yaratılmış Ankara, her kent gibi ona anlamını veren geçmişiyle yaşayamamaktan ve yeni bir şey üretirken hep baştan yenilenmekten yorgun düşen bir kent halini alıyor. Sadece kullanım ve yatırım kaygılarıyla üretilen ve kentsel kültüre bir katkıda bulunmayan konforlu binalarına, alt ve üstgeçitlerinden arabasıyla ulaşan, hafta sonunu alışveriş merkezlerinde geçiren, sanatı, kültürü bile buralarda tüketen, doğayı da her gün yanından geçilip gidilen bir parkta değil de şehir dışındaki “tematik” rekreasyon alanlarında gören Ankaralı, kentle bağını koparmak üzere.
Peki Ankara, tarihi veya yeni şehir merkezine varıldığında, kentin tadını çıkarabileceğimiz nasıl mekânlar sunuyor bize? Ne zaman bir tiyatrodan çıkıp hemen karşısındaki meydana bakan kafede bir kahve içtik? Dükkânların ve mağazaların arasında bir sanat galerisinin afişi çağırdı mı bizi içeri? Tüketimin sunulduğu binalar (apartmanlar) ve onların arasında kalan açık mekânlar (sokak) bize nitelikli bir kentin parçası olduğumuzu hissettiriyor mu? Peki, bu sokaklar nasıl? Üstgeçitlerin merdivenleriyle işgal edilmiş Kızılay ve araba tamponlarının arasında yürünen Tunus Caddesi kaldırımlarında, Ankara şehri, bireyle ilişkisini kurabiliyor mu? Konforlu binalarımıza ulaşmamız için sokaklar cazip değilse, 3. vitesli in-çık geçitler üzerinden mi ilişki kuruyoruz kentle ve böylece kenti geçip gidiyor, ıskalıyor muyuz? Sokaklardan, meydanlardan, nitelikli açık alanlardan kopmayı kanıksıyor muyuz?
Eğer bir adam, marşla uyum içinde yürüyebiliyorsa, o değersiz bir varlıktır. Kendisine yalnızca bir omurilik yeterli olabileceği halde, her nasılsa, yanlışlıkla bir beyni olmuştur onun. Uygarlığın bu kara lekesi en kısa sürede yok edilmelidir.Einstein'ın bu tavrını öğrendiğim Yıldırım Türker yazısına ise buradan ulaşabilirsiniz (İçinde bir Yıkım Edebiyatı yazarı olan Borchert'in tüyleri diken diken eden savaş karşıtı şiirini Celal Üster çevirisi ile okuyabilirsiniz) : Hayır Demenin Hayrı.
Emirle gelen kahramanlıktan, bilinçsiz şiddetten, aptalca yurtseverlikten, tüm bunlardan nasıl da nefret ediyorum. Ben savaşı öylesine tiksinti verici ve aşağılayıcı buluyorum ki, böyle iğrenç bir eyleme katılmaktansa kendimi parçalayıp yok ederim daha iyi...
Ars longa, vita brevis, occasio praeceps, experimentum periculosum, iudicium difficile.Türkçe meali:
Sanat uzun, hayat kısa, fırsatlar geçici, deneyler aldatıcı, karar vermek zor.Bu sıralar bu kelimeler kifayetli, gerisi değil.
Geleceğin İnternet'inin Önizlemesini Yapıyoruz!
Her gün yeni bir site daha kapatılıyor.
Bu hızla giderse ileride nasıl bir İnternet deneyimi yaşarız, onun canlandırmasını yapıyoruz.
İki tıklamada bir karşımıza bu görüntü çıkarsa neler hissedersiniz?
Bu amaçla sitelerimizi diğer sansürlenen siteler gibi kapatıyoruz.
Sanırım üniversitenin ilk yılında, bu kadar klasından olmasa da, herkes benzer bir şok geçirmiştir.Üniversiteye gidip de, tüm sınıf arkadaşlarımın kütüphaneye tıkışıp aynı kitabın kopyalarını okuduklarını görünce şoka uğradım. Ben de onların yaptığını yapmak yerine, raflara gidip adı Z harfi ile başlayan ilk yazarın kitabını alıp okudum. Sınıftaki en yüksek notu aldım. Bu durum beni, bu kurumun doğru işlemediğine ikna etti. Ayrıldım.
I was shocked at college to see one hundred of my classmates in the library all reading copies of the same book. Instead of doing as they did, I went into the stacks and read the first book written by an author whose name began with Z. I received the highest grade in the class. That convinced me that the institution was not being run correctly. I left.
Encyclopedia of Popular Music serisinin editörü olan İngiliz müzik yazarı ve eleştirmenidir. Müziğe adanmış diyebileceğimiz bir ömrün muazzam birikimiyle ortaya çıkarılmış bu eşsiz kaynağın mimarıdır.